Batan Şeyleri Sevmem

Başlık olarak seçtiğimiz cümle Hz. İbrâhim’in En’âm 6/76. ayette geçen bir sözünden alınmıştır. Sözünü ettiğimiz âyet Hz. İbrâhim’in, semâvî varlıkları; “yıldızları, ayı ve güneşi” kutsamaktan Allah’ın aşkın, kapsayıcı varlığını tam olarak kavramaya sezgi yoluyla tekâmül etmesini tedricî olarak anlatan sürecin ilk âyetini oluşturmaktadır. Bu süreç aynı zamanda, uzun bir peygamberler kuşağının öncü isimlerinden biri olan Hz. İbrâhim’in nihai olarak yükseldiği büyük ruhî mertebeye de işaret etmektedir. En’âm 6/75. ayetini de içine katarsak bu idrâk yolculuğunu Kur’ân’ın diliyle şöyle sıralayabiliriz:

Böyle Biz İbrâhim’e, (Allah’ın) gökler ve yer üzerindeki güçlü hükümranlığı ile ilgili (ilk) kavrayışı kazandırdık ki kalben mutmain olan kimselerden olsun. (En’âm 6/75)

Sonra, gecenin karanlığı bastırdığı zaman (gökte) bir yıldız gördü (ve) haykırdı. “İşte bu benim Rabb’im!” Ama yıldız kaybolunca, “Ben batan şeyleri sevmem!” diye söylendi. (En’âm 6/76)

Sonra, Ay’ın doğduğunu görünce, “Benim Rabb’im bu!” dedi. Ama Ay da batınca, “Gerçekten, eğer Rabb’im beni doğru yola iletmezse ben kesinlikle sapıklığa düşmüş kimselerden olurum!” dedi. (En’âm 6/77)

Sonra, Güneş’in doğduğunu görünce, “İşte benim Rabb’im bu! Bu (hepsinin) en büyüğü!” diye haykırdı. Ama o (da) kaybolunca: “Ey Halkım!” diye seslendi, “Bakın, sizin yaptığınız gibi, Allah’tan başkasına ilâhlık yakıştırmak benden uzak olsun!” (En’âm6/78)

Bakın, ben bâtıl olan her şeyden uzak durarak yüzümü gökleri ve yeri var eden Allah’a çevirmekteyim ve ben O’ndan başkasına ilâhlık yakıştıranlardan değilim!” (En’âm6/79)

Sıraladığımız âyetleri değerlendirdiğimizde şu sonuçları çıkarmamız mümkündür:

1) En’âm 6/75. ayetinde Hz. İbrâhim’e “kalbi mutmain” olsun diye “Göklerin ve yerin melekûtunun/ Melekûte’s semâvâti ve’l ardi” gösterildiği açıklanmaktadır. Melekût, bir şeyin iç yüzü, özü, hakîkati, bâtını demektir. Buradaki ifadesiyle düşündüğümüzde ise “Allah’ın göklerde ve yerdeki saltanatının, kudretinin, hükümranlığının işleyişi, esrârı, idaresi, tasarrufu” anlamına gelir. Demek ki; bu gaybî gerçeklik, aynı zamanda ruhların meleklerin latif dünyası Hz. İbrâhim’e açılmış, bu konuda “yakîn” sahibi olması “gösterdik” fiiliyle Cenâb-ı Hakk’tan “vehbî” bir bağışla/lütufla/oluşla/dâvetle kendisine sağlanmıştır.

2) En’âm 6/76. âyetten anlaşıldığına göre Hz. İbrâhim gece karanlığı bastırdığında gökte bir yıldız görmüş ve ona “işte bu benim Rabb’im!” demiştir. Ama yıldız kaybolunca “Ben batan şeyleri sevmem” diyerek bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Sonra En’âm 6/77. âyette Ay’ın doğduğunu görmüş bu defa da ona “Rabb’im bu!” demiştir. Ama o da batınca “Eğer Rabb’im beni doğru yola iletmezse ben kesinlikle sapıklığa düşmüş kimselerden olurum!” itirafını yapmıştır. En’âm 6/78. ayette ise Güneş’in doğduğunu görünce bu hepsinden daha büyük “İşte benim Rabb’im bu!” söylemiş ama o da sonunda batınca kavmine yönelerek batan şeylerden Rabb/İlâh olamayacağını, yüzünü gökleri ve yeri yaratan Allah’a çevirdiğini bildirmiştir.1   

Şüphesiz Hz. İbrâhim’in “yıldıza, aya ve güneşe” Rabb’im demesi, gerçekten onların Rabb olduğuna inanmış olduğunda ötürü değildi. O bu sözleri ile yıldızlara, aya ve güneşe tapan, onlar adına birçok putlar diken ve bunlara ibadeti/hizmeti en büyük şeref sayan kavmini “aklî ve mantıkî deliller getirmek” suretiyle irşad etmek istemiştir. Önce onlarla aynı inancı paylaşıyormuş gibi davranıp, sonra da bu inancın ne derece bâtıl, tutarsız, geçersiz, çürük olduğunu ispatlayarak onların gözleri önüne sermiştir.

3) Yıldızlara tapmak, birçok insanın bu Dünya’daki olayların/değişimlerin kaynağında felekî bağlantılar ve yıldızların fonksiyonu olduğu zannından kaynaklanmaktadır. Âyetler Hz. İbrâhim’in dilinden: a) Kâinatın işlerinde yıldızların asla tesiri/etkisi olmadığını; b) Bunların sonradan var olan (hadis) mahlûklar olduğunu, o hâlde ikinci derecede olana tapmak yerine, birinci derecede olana tapmanın daha doğru/mantıklı/evlâ olduğunu açıklamaktadır.

4) Hz. İbrâhim’in “İşte bu benim Rabb’imdir” sözü tebliğ/irşad metodunda “inkâr ile şüphe uyandırma” yoludur. Bu ifadesiyle Hz. İbrâhim kavmine âdeta “Bu benim Rabb’im midir söyleyin bakalım?” demek istemiştir. Sorusu cevap almaktan çok dikkat çekmek, duygu ve düşünceyi kuvvetlendirmek, harekete geçirmek içindir.

5) Âyetlerde batma ve doğmaya dikkat çekilmesi, yıldızların batmalarından dolayı onların yerine putları koyanların sapıklıklarını/çelişkilerini göstermesi açısından çok ilgi çekicidir. Çünkü batmalarından dolayı asıllarının yeterli olmadığı görüldüğü hâlde, o batanların adına yapılmış heykellere saygı göstermek büyük bir çelişkidir.

6) Âyetlerden, Yıldızdan Ay’a sonra Güneş’e yani küçükten büyüğe doğru olan seyirde “büyüklükle Rabb arasında kurulan ilişkinin” yani büyük olmanın Rabb olmaya daha lâyık olduğu yönündeki düşüncenin yanlış olduğunu anlıyoruz. Rubûbiyet gerçeği bir küçüklük-büyüklük/oran konusu değildir. Göklerin ve yeri var eden Kudret küçük-büyük demeden her zerreden Rubûbiyetini izhâr etmektedir. Bu gerçek Kur’ân’ın bir başka âyetinde şöyle vurgulanır: “…Güneş, Ay, yıldızlar O’nun emrine boyun eğmiştir. Bilin ki; yaratma da emir de O’nundur. Âlemlerin Rabb’i olan Allah çok yücedir.”2        

7) Hz. İbrâhim’in En’âm 6/77. âyette “Eğer Rabb’im beni doğru yola iletmezse” ifadesi hidâyetin ancak ve ancak Allah’ın elinde olduğunu, O’nun hidâyeti olmadan insanoğlunun her türlü parlak, aldatıcı ve çekici varlıkları ebedî zannetmek gibi bir sapıklıktan asla kurtulamayacağını bize anlatmaktadır.

8) En’âm 6/79. âyetinde Hz. İbrâhim’in “Ben yüzümü, bir hanif olarak, gökleri ve yeri yaratana (Fâtır’a), yalnız O’na yönelttim” ifadesi, fıtrat dini ile haniflik arasında çok yakın bir ilişkinin, hatta bir paralelliğin varlığını açıkça ortaya koymaktadır. Hanifliğin lûgat anlamı yönelmektir ama Kur’ân, hadis ve onlara bağlı olarak İslâm literatürü hanifliği, “fıtrat düzenine aykırı gidişlerden yüz çevirip dosdoğru olana yönelmek” biçiminde mânâlandırıyor Bir kudsî hadiste haniflikle fıtrat arasındaki bağlantı çok daha belirgin bir şekilde şöyle verilmektedir: “Ben kullarımı hanifler olarak yarattım3. Bu nedenle yaratılış bazen fıtrat, bazen de haniflik olarak tanıtıldığına göre biz fıtratla hanifliğin aynı anlama geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Rûm 30/30. âyeti fıtratı “Allah’ın insanlar üzerinde yarattığı varlık yapısı, karakter ve değişmez prensiplerdir” anlamında kullanmıştır. Fıtrat faaliyeti Allah’ın sürekli aktivitelerinden biri olduğundan, Yaratıcı Kudret’in adlarından biri de Fâtır’dır.4     

Kur’ân sürekli oluştaki olma-ölme ve tekrar olma düzenini fatr kökünden gelen kelimelerle ifade ediyor. (İnfitar, tefattur) Fatr’daki yarma ve yarılma olayı oluşta, aynı ânda bir oluşun sonu, fakat bir başka oluşun başlangıcı hâlinde beliriyor. O hâlde fıtrat düzeninde her ölüm bir doğumun sancısı olmaktadır. Kur’ân göklerin, yerlerin ve insanın yaratılışını fatr olayı şeklinden gösterdiği gibi bunların yıkılış ve çöküşlerini de bir fatr olayı hâlinde gösteriyor. Fıtrat düzeninde her bitiş bir başlangıcın, her ölüş bir oluşun, her parçalanış ve dağılış bir fışkırış ve sentezin öncüsüdür.

Anlaşılmaktadır ki, isim-sıfatlarından biri de Fâtır olan Allah sürekli oluşta, bir oluşu yararak ondan ikinci bir oluş çıkarmakta ve bu böylece devam etmektedir. İslâm müfessirlerine göre Allah’ın Fâtır diye anılışı yokluğu yarıp varlığı ondan çıkardığı içindir.

İşte Hz. İbrâhim gözlemlediği yıldız, Ay ve Güneş’in değişmez sünnetullah çerçevesindeki doğup batmasını Yaratıcı Kudret olan Allah’ın her an yeni bir oluşu, yapıp etmesi, zuhûru, tecellîsi olarak seyrediyor ve bu isim ve sıfatların ardındaki hakîkate yüzünü çeviriyor.

Çok ilginçtir En’âm 6/75. âyette Hz. İbrâhim’e “Göklerin ve yerin melekûtu/ Melekûte’s semâvâti ve’l arda” gösterilmişti, şimdi ise En’âm 6/79. âyette Hz. İbrâhim yüzünü “göklerin ve yeri var eden Allah’a/ fetere’s semâvâti ve’l ardi” çeviriyor. Dikkat edilirse birinci âyette “melekût” kelimesinin karşılığı ikinci ayette “Fâtır” oluyor. Buradan şunu çıkarıyoruz ki: “Göklerin ve yerin melekûtu demek mutlak varlığın Kâinat sahnesinde her an bir halk-ı cedîd (yeniden yaratılış) ile âlemlere yansımasının idrâk edilmesidir.”

Necmettin Şahinler

“Tek Başına Bir Ümmet” (İnsan Yayınları, 2012) kitabından alınmıştır. 

  1. En’âm 6/79 ↩︎
  2. A’râf 7/54 ↩︎
  3. Müslim, Cennet, 63 ↩︎
  4. Yûsuf 12/101; İbrâhim 14/10 ↩︎

Paylaş

PAYLAŞ

E-bülten aboneliği