Bir Göründün Bir Kayboldun Serap Misâli *

*Dere tepe demem güzel, ararım seni.

Rahmân’ın “var kılıcı” nefesi âlemin “nefsi”ne dönüştüğünde, her soluklanış kesintisiz bir varlık ve yokluk zincirini de ortaya çıkarır. Âlemlerin aslı bir hayaldir ama bu boş/anlamsız ve dayanağı olmayan bir hayal değildir. Gerçek zannettiğimiz ve farklı biçimler/özellikler ile ayrı ayrı bağımsız birer varlık olarak gördüğümüz âlem, Mutlak Varlık’ın hayal düzleminde bir remz/sembol aracılığıyla tecellîsinden ibarettir. Kısaca âlem bir “vehim”den ibaret görülse de bu objektif bir vehimdir ve sağlam bir ontolojik temele dayanmaktadır. Bu temelin ne olduğunu da Rahmân 55/25-26. âyetlerinde görmüş, fânî olan her şey silindikten sonra geriye sadece “Hakk’ın Vechi’nin/Zât’ın” kaldığını idrâk etmiştik.

Rahmân 55/29. âyete gelince; burada “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi, isteklerini O’na sunarlar1 denilmektedir. Veya başka bir karşılıkla “Göklerde ve yerdeki bütün mevcûdât O(nun kanunları)na tâbîdir.” Âyette zikredildiği şekilde her varlığın O’ndan istekte bulunması, varlığın Allah’a olan muhtaçlığının bir göstergesidir. Başka bir ifade ile tüm varlıklar, güvenliklerinin ve hayâtiyetlerinin devamını ondan ister ve ondan medet umarlar. Bunun bir anlamı da hiçbir varlık veya oluşun O’nun bilgi, irâde ve gücü dışında olamayacağıdır. Başka bir ifâde ile kendilerinin fânî olduğunu ve yalnızca Hakk’ın varlığıyla “Hayy” ve “Kayyûm” olduklarının idrâkine varanlar, Rahmân’ın Nefesi’nin üzerlerinde sürekli kalıcı olmasını talep ederler. Çünkü onlar müstakil bir varlıklarının olmadığını anlamış, kendilerinin Mutlak Varlık’ın bu âlemdeki görünen kevnî sûretleri/tecellîleri olduklarının keşfine ulaşmışlardır. Âyette geçen “yes’elü” kelimesini Bakara 2/186. âyetinden yola çıkarak “sormak” anlamında alanlar ise, âyete alternatif olarak şu mânâyı da vermişlerdir: “Göklerde ve yerde bulunan her varlık O’nu sormaktadır.

İşte âyetin ikinci bölümü; ister varoluşlarının devamını Allah’tan isteyenler olsun, ister bu varoluşun âlemde ve kendi üzerlerinde nasıl tecellî ettiğini/işlediğini soranlar olsun, şu karşılığı vermektedir: “O, her an yeni bir realitedir/tecellîdedir.2 Âyete “O, her an yaratma hâlindedir” veya “O, her gün kendini bambaşka [şaşkınlık verici] bir yolla ifâde eder” şeklinde anlamlar verenler de vardır. Âyetten ilk çıkarılan sonuç; Allah’ın evren/âlem üzerinde kesintisiz ve sürekli olan tasarrufunu ifâde ederek kayyûmiyyetini vurgulamasıdır. Anlaşılıyor ki; Allah, –bir sanatçı gibi– varlığı yaratan ve sonra uzağa çekilip onu seyreden bir varlık değildir. O, hayâtın içindedir ve varlığa âit her şeye müdâhildir. Bu aynı zamanda Allah’ın göklerdeki ilâhlığını kabul edip, yerdekini kabullenmeyenlere de bir uyarıdır.3

Kur’ân, “yoktan var etme” anlamında bir “yaratmadan” söz etmemektedir. Andığımız bütün yaratılış tarzları; birer şekillendirme, yapıp-etme, biçim verme, geliştirme, oluşturma hâlinde belirmektedir. Bu, deyim yerinde ise bir açılıp-saçılma ve daha iyiye, daha güzele doğru gelişip oluşmadır. Varlık, Yaratıcı’nın ilâhî ve sonsuz bilgisindeki amaçlanan program saklı kalmak şartı ile olup bitmiş değil, olmakta olan bir yapıdır. Daha öz bir ifade ile “Mutlak Varlık”, kendini sürekli “Ahadiyyet’inden Vâhidiyyet’e” dönüştürmekte ve bu “halk-ı cedîd”i yani “an-be-an yenilenen” tecellîsini her varlıktan izhâr etmektedir. İşte “O, her an yeni bir realitedir/tecellîdedir” âyeti bu gerçekliğin bir anlatımıdır. Kur’ân’ın tanıttığı evren, kalıp hâlinde, hareketsiz ve değişmez, her işi olup bitmiş bir evren değildir. Eşyâ ve olaylar hâlinde seyrettiğimiz bu âlem, Allah’ın isim ve sıfatlarının birer zuhûru ve tecellîsidir. Bu zuhur her an “fenâ”dan “bekâ”ya süreklilik göstermekte, yok oluş ve varoluş eylemi her an gerçekleşmektedir.

Âyette geçen “şe’niyyet” kelimesi “realite” demektir ve bu anlamda Mutlak Varlıkın önemli bir işlevine işâret etmektedir. Ama ne var ki birçok tefsirde/meâlde bu ifade Türkçe’ye çevrilirken “O her an realitenin içindedir” yerine “O her an yeni bir iştedir” şeklinde çevrilmiş ve bu da bir anlam kaymasına neden olmuştur. Aslında bu âyetin bize anlatmak istediği şudur: “Eğer Rabbinize kurbiyyet kesbetmek istiyorsanız sizin için bu kurbiyyetin anahtarı fiziksel realitedir.” Yani irfân ehline düşen, realite’nin bir ve tek olduğunu ve Allah’ın sürekli olarak bu realitede tecellî etmekte olduğunu fehm, keşf, idrâk ve temyîz etmesidir.

Bütün bu açıklamalardan sonra Rahmân 55/29. âyetini yeniden değerlendirdiğimizde anlıyoruz ki; varoluş sahnesinde yer alan her varlık, varlıklarını Allah’ın varlığına borçludurlar. Bu nedenle “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi, isteklerini O’na sunarlar” demek, bu hakîkati idrâk eden varlığın hâl diliyle Allah’tan varlık dilemesi ve varlıklarının sürekliliğini O’ndan talep etmesidir. Âyetin devamı da bu varoluş sürekliliğinin nasıllığı ile ilgilidir. Âlemde yaratılış süreci/zuhûru, sürekli ve müebbed “yok-oluş ve yeniden-yaratılış” her an ve an-be-an tekrarlanmaktadır. Yani bu belirli anda hem sonsuz sayıda nesne hem de sonsuz sayıda özellik, varlık kazanır ve hemen bunu izleyen anda ise bunlar başka bir sonsuz sayıdaki nesne ve özellikle ikame edilmek üzere yok olurlar.4

Buna göre iki farklı anda aynı âlemi iki kere yaşamamız veya idrâk etmemiz mümkün değildir. Bizim şu anda yaşadığımız âlem bir dâimî seyelân5 hâlinde bulunmakta, bir andan bir âna değişip durmaktadır. Ama bu sürekli ve dâimî değişim öylesine düzenli bir şekilde ve öylesine belirli kalıplara uygun olarak gerçekleşmektedir ki bu hâdisenin yüzeysel gözlemcileri olan bizler, etrafımızdaki âlemin hep aynı ve tek âlem olduğunu hayal eder dururuz.

Her şeyin “ebediyyen yeni yaratılış”ın kapsamında olması keyfiyeti aslında Hakk’ın “mümkün” sonsuz eşyâda, Kendi’ni izhâr6 etmesi demektir. Bu keyfiyet, Hakk’ın Varlık âleminin önce “a’yân-ı sâbite” ve bunu tâkiben de “mümkinât” gibi alt düzeylerine ontolojik nüzûl’ü aracılığıyla gerçekleşir. Fakat “mümkinât” açısından bakıldığında bu dâimî “nüzûl” aslında bir ontolojik dâimî “terakkî” olmaktadır. Bu anlamda her şey, Hakk’ın onlara nüzûlüyle, aslında Hakk’a yükselmiş olmaktadır. Başka bir anlatımla, eşyânın yükselişi Hakk’ın onlara nüzûlünün arka cephesinden başka bir şey değildir. Adem/yokluk hâlinde bulunuyorken Hakk’ın Rahmeti’ne mazhar olup da varlığa bürünen eşyâ, bu eşyânın görüş açısından, Varlığın orijinal kaynağına doğru yükseldikleri görüntüsünü hâsıl ederler.

Bütün âlem ebedî bir değişim içindedir ve âlemdeki her şey an-be-an değişmektedir. Yani her şey, her an, bir an önceki belirişinden farklı bir beliriş ile yeniden oluşmaktadır. Bununla beraber birbirlerini izleyen bütün bu değişimlerin ontolojik olarak dayanmakta olduğu aslî hakîkati7 hep aynı kalmaktadır. Bunun sebebi ise bu aslî hakîkatin, temelde, ilk belirginleşmesindeki8 hâliyle Hakk’ın zâtî hakîkatinden başka bir şey olmadığı ve O’nun bütün sûretlerinin yani daha sonra onu izleyen belirişlerinin ise her an değişen ve yenilenen a’râzından başka bir şey olmadığıdır. Kısaca; serap misâli gibi bir görünen bir kaybolan da O’ndan başkası değildir. Bu hakîkati idrâk edenlerin de artık bunu inkâr etmeleri mümkün değildir.9

Necmettin Şahinler

Yazarın Varoluş Kokusu- Rahmân’ın Nefesi (İnsan Yayınları, 2020) adlı kitabından alınmıştır.

  1. Rahmân 55/29: “Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard(ardı)…↩︎
  2. Rahmân 55/29 devamı: “…Kulle yevmin huve fî şe’nin.↩︎
  3. Zuhruf 43/84: “Ve huvellezî fîs semâi ilâhun ve fîl ardı ilâh(ilâhun), ve huvel hakîmul alîm(alîmu).↩︎
  4. Buna ademe bürünmek de denir. ↩︎
  5. Akma, akış, akıntı. ↩︎
  6. Açığa vurmak, belirtmek, göstermek. ↩︎
  7. Ayn-ı vâhide. ↩︎
  8. Taayyün-i Evvel. ↩︎
  9. Rahmân 55/30: “Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).↩︎

Paylaş

PAYLAŞ

E-bülten aboneliği