Hidâyetle Değil, Tebliğle Sorumluyuz

Tebliğ yani alınan vahyi insânlara ulaştırmak her peygamberin temel sorumluluklarından birisidir. Bunu yapmayan nebî peygamberlik görevini ihmâl etmiş olur. Kur’ân bu gerçeği şöyle vurgular: “Peygamber, (kendisine emânet edilen) mesajı tebliğ etmekten başka bir şeyle yükümlü değildir.”1 Peygamberin bu görevi, insânları tebliğ edilene uyma noktasına getirmek gibi bir zorunluluk taşımamaktadır. İşin o tarafı Allāh’a aittir. Peygamber tebliğ eder ve insâna sorumluluğunu bildirerek sonucu Allāh’a bırakır. Peygamber bir zaptiye/bekçi, bir zorlayıcı değildir.

Eğer Allāh dilemiş olsaydı onlar başka hiçbir şeye ilâhlık yakıştıramazlardı. Biz seni onların bekçisi yapmadık ve sen onların yaptıklarından sorumlu değilsin.2

Ama onlar, (ey Peygamber, senden) yüz çevirip uzaklaşırlarsa bil ki biz seni onların bekçisi olarak göndermedik. Sana düşen, yalnız (emânet edilen) mesajı iletmektir.3

Hidâyet ise, “bir hedefe kılavuzlanmak, doğruyu ve güzeli bulmak” anlamına gelir. Allāh’ın isimlerinden biri de el-Hâdî’dir; yani “Zât’ına yönelen yolu kuluna gösteren ve onu bu yola dâhil edip Kendi’ne ulaştıran” demektir. Anlaşılıyor ki, hidâyetin kaynağında Allāh vardır. Allāh, hidâyetini dilediği kişiyi İslâm’a, yani barışa ve huzura ısıtır, gönlünü bu işe çevirir.4

Tebliğ baskıya dayalı bir hidâyet yolu değildir. O halde hiç kimse: “Şu benim gösterdiğim en doğrusudur ve bu yüzden sizi bunu kabule zorlayacağım” diyemez. Bu öylesine açık bir gerçektir ki, Son Peygamber’e bile “Sana düşen sadece tebliğdir5, “Sen istediğini hidâyete erdiremezsin6, “Sen insânları, îmana girinceye dek zorlayacak mısın?7 denilebilmiştir.

Bütün bu bilgiler ışığında tekrar Hz. Yûnus’a döndüğümüzde, onun “Tebliğ ile Hidâyeti” birbirine karıştırdığını ve bu nedenle de “Hidâyet Allāh’tandır” gerçeğinden bir süre perdelendiğini görmekteyiz. Üstelik Hz. Yûnus, yaklaşık otuz üç yıl boyunca yaptığı tebliğinde kavmini inandıramamanın başarısızlığını da kendinden bilmektedir. Öfkelenerek kavmini terk etmesinin, onlardan ümidini kesmesinin ve kendini kınamasının bir nedeni de budur. Ama gelişen olaylar Hz. Yûnus’a şunu öğretmiştir ki, ümidini kestiği kavmine kendisinden sonra Allāh hidâyet nasip etmiş, onlar da azap gelmeden önce topyekûn Allāh’a îman ederek örnek bir toplum olmuşlardır. Allāh’ın hidâyeti ne kadar hikmetlidir ki, Hz. Yûnus aralarındayken inananların sayısı otuz üç senede iki kişiyken, aradan kısa bir süre geçmeden –Hz. Yûnus da onları bırakmışken– inananların sayısı yüz bini aşmıştır.

Hiçbir peygamber, ya da peygamberlik mirasından nasiplenmiş benlikler sorumlu oldukları toplumlarından “ümidi kesmek” gibi bir tavır içinde olamazlar. Bir toplumu günaha batmış görmek, azâbı hak ettiğini düşünmek veya bir toplumun hidâyetini kendi çalışmasına indirgemek/bağlamak merhamet adamına yakışmaz. Her ne kadar günahkâr olurlarsa olsunlar insânların tevbe ve takvasını arzu ve ümit etmek de bir vazifedir. İnsânlığın hâli sürekli değişmededir ve kader sırrı meydana gelişinden önce bilinmez. Kur’ân, toplumlarının ilgisizliğine rağmen tebliğlerine ısrarla devam etmelerini anlamsız bulan bir zümreden bahsederken şöyle diyor:

İçlerinden bir topluluk: “Allāh’ın helâk edeceği, yahut şiddetli bir şekilde azâba uğratacağı bir kavme hâlâ ne diye öğüt veriyorsunuz?” dediler. Tebliğe devam edenler şu cevabı verdiler: “Rabbiniz huzurunda özür beyanı yüzünden, bir de belki kendilerine gelir, korunurlar ümidiyle.”8 Tebliğcinin böyle davranması hem kendisinin Allāh karşısındaki görevini savsaklamadığına bir dayanak olur, hem de yanlış yolda gidenin “Ben bunu bilmiyordum” şeklinde mazeret ileri sürmesini engeller. Âyet bu iki nükteyi birden veren bir ifâde güzelliği taşıyor.

Kısaca söylemek gerekirse Hz. Yûnus, Allāh’ın gazabını dâvet etmek yerine, Allāh’ın rahmetinden medet ummayı deneseydi, şüphesiz başına böyle bir sıkıntılı olay gelmezdi. İlâhî rahmet sürekli, sonsuz ve sınırsızdır. İlâhî rahmetin rahatsız olduğu günahların en büyüğü, insânın, bu rahmetten umut kesmesinden daha büyük bir günah olabileceğini düşünmesidir.

Necmettin Şahinler

Yazarın Balığın Karanlığı ve Güneşi Doğurmak (İnsan Yayınları, 2012) adlı kitabından alınmıştır.

  1. Mâide 5/99. ↩︎
  2. En’âm 6/107. ↩︎
  3. Şûrâ 42/48  ↩︎
  4. En’âm 6/125. ↩︎
  5. Âl-i İmrân 3/20. ↩︎
  6. Kasas 28/56. ↩︎
  7. Yûnus 10/99. ↩︎
  8. A’râf 7/164. ↩︎

Paylaş

PAYLAŞ

E-bülten aboneliği