Issızlaşmış Üsküdar martılar daha sessiz
Doğancılar’ı sorma, artık geçilmez sensiz
Olmasaydı sırtımda görünmez emânetin
Bil ki adım atmazdım bu semte rahat emin
Bazen erken gelirdik, ne mümkün basmak zile
Dakikalar sayardık kapında bile bile
Nasıl da heyecanla çıkardık merdivenden
Ruhumuz kanatlanır, coşardık muhabbetten
Geçen odana girdim her şey yerli yerinde
Ama ne anlamı var, sen yoksan minberinde
Bir kez daha anladım “şeref’ül mekân” neymiş?
Oturan kimse yoksa kupkuru bir nesneymiş
Şimdi keşke demenin, bir anlamı var mıdır?
Yokluğunda bu âlem ihvânına yâr mıdır?
Tutuldu dillerimiz, kilitlendi basîret
Kayboldu aramızda sehâvet ve zerâfet
İmâmeden ayrılmış, ipi kopmuş bir tespih
Dağılmış tane tane, acı ama bu teşbih
Aman gayret edelim bu vahdet bozulmasın
Kenetlensin tüm canlar, emekler yok olmasın.
Gün geçtikçe hasretin demlendi gönlümüzde
Köz köz oldu yürekler dağlandı içimizde
Biliyoruz dönüşü yok bu acı gidişin
Telâfisi imkânsız, var olanı yitişin
Kanaat’ in tadı yok, enginarın da öyle
Kaymağı mı bozulmuş, nasıl tatlı bu böyle?
Olsaydın ilk olarak yaprak sarması yerdik
Üstüne de dondurma, limon çilekli derdik
Kadrini bilmek muhal, sırrına ulaşmak zor
Varlığına kurbiyet elde tutulmaz bir kor
Dilerim himmetinle açık olur yolumuz
Helâl et hakkını da felâh bulsun sonumuz
Dostlar toplandık yine nişansız dergâhında
Cûşa geldi besteler Itrî’nin segâhında
Devran oldu tevhidler yollandı makamına
Kavuştu deryâ gibi âşıklar mâşuğuna
Bir “alâ balâ” vardı bir de “hattâ müstesnâ”
Hoşnutluğuna delil bu tek terkib-i hüsnâ.
Ama bazen duymuşsan yakışıksız bir kelâm
“Hayret ki hayret” derdin, sonra şahsına selâm
Hastahane günlerin zor bir süreçti kesin
Ama biz senin kadar asla değildik metin
Perdelendi aklımız, gelgitleri oynadık.
Her şey eski günlere birden dönecek sandık
Sabırla seyrân ettin yeri geldi rol kestin
Celâllenip ansızın fırtına gibi estin
Ne şifreler söyledin saatlerce uğraştık
Çözmek için dostlarla köşe bucak kollaştık
Aslında kararını vermiştin çok önceden
Senin ki alıştırmak bizi vakit geçmeden
“Özledim” dediğinde belli olmuştu neden
Çaresiz uyacaktık bu hükme istemeden
Gülnûş Vâlide Sultan dolmuştu tekbirlerle
Naaşın uçar gibi geziyordu ellerde.
Bu ne sevgi bu ne aşk, minâreler titredi
Gözler hep şerefede nazarını bekledi
Birkaç çatlak ses oldu, o da işin doğası
Hüdâî Dergâhı’nda var mı bunun molası
Bilmez mi evlâtların edeb usûl vasiyet
“Uyuyanımız” yoktu ama gel de îzah et
Telefon numaranın kaydı hâlâ elimde
Son kez çalar mı bilmem düştüğüm şu vehimde
Silindin şahâdet’ten, çıktın beden kınından
Kesilmesin feyzimiz aksın ikiz kabından
Şimdi yürüyoruz biz himmetinle dört koldan
Nefesimiz oldukça ayrılmayız bu yoldan
İlminin ahlâkının vârisiyiz hepimiz
Dünyâda âhirette senin yanın yerimiz
NECMETTİN ŞAHİNLER
14 ŞUBAT 2009, 10.30
TRABZON