“Bu, onların îman etmeleri sonra küfretmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin üzerine mühür basılmıştır, artık onlar incelikleri anlayamazlar.” 1
Münâfık; dıştan mü’min görünüp içinden inkâr eden iki yüzlü insandır. Münâfıklık hareketi Hz.Peygamber’in Medîne’ye gelmesiyle başlar ve vefatından kısa bir süre öncesine kadar uzanıp gider. Değişik şekiller almış olmakla berâber hiçbir zaman için bütünüyle ortadan silinmez. Sâdece başvurdukları metodlar zaman zaman değişiklik gösterir.
İşte verdiğimiz bu âyet münâfıkların gerçek yüzünü tanıtmakta ve kendinden önceki âyetle ele alınıp değerlendirildiğinde onların hazırladıkları tuzaklardan, çevirdikleri oyunlardan mü’minleri haberdar etmektedir.
Münâfikûn Sûresi’nin 3. âyeti “onların yeminlerini siper edinerek Allāh’ın yolundan alıkoyduklarını” bildirmektedir. Âyette geçen “Fesaddu an sebilillāh” ifâdesi iki anlamı birden içermektedir. Birincisi, “Onlar kendi nefslerini Allāh yolundan alıkoyarlar.” İkincisi, “Onlar başkalarını Allāh yolundan alıkoyarlar.”
Birinci anlamıyla; onlar bu tür yeminler yoluyla, müslüman toplum içinde yerlerini korumak istiyorlar ve böylece îman ettiklerini iddia etmelerine rağmen îmanın getirdiği sorumlulukları yerine getirmemek ve Allāh’a ve Resûlüne itâatten kaçınmak için, bu yeminleri kendilerine kolaylık sağlıyordu.
İkinci anlamıyla; onlar bu tür yeminler arkasına gizlenmek sûretiyle, İslâm toplumu içinde fesâd yayabiliyor ve müslümanların sırlarını düşmanlara aktarabiliyorlardı. Ayrıca, bir yandan henüz İslâm’ı kabûl etmemiş olan kimselere yanlış bilgiler vererek bu kimselerin İslâm’a girmelerini engellerken diğer yandan yeminlerini sıradan müslümanlar arasında şüphe sokmak için bir vâsıta olarak kullanıyorlardı. Bu bakımdan, bunu ancak kendilerini müslüman saflarda bir müslümanmış gibi göstererek yapabilirler, asıl kimliklerini açığa vurarak yapamazlardı.
Verdiğimiz âyette “onlar inandılar” tanımlaması yâni onlar, îman iddiasında bulunarak müslümanların içine girdiler; “sonra inkâr ettiler” tanımlaması da, kalpden inanmayıp, eski küfürlerinde devâm etmekle birlikte, zâhiren inandıklarını söylediler demektir. Yâni onlar iyice düşünerek ve plânlı bir şekilde davranarak açıkça İslâm’a girmemişler ve aynı zamanda açıkça küfür yolunu da tutmamışlardır.
Şu hâlde onlar inanmışlardı. Ama sonra küfre dönmeyi tercih etmişlerdi. Anlayışlı, yaşayan ve zevk sâhibi olan bir gönül inandıktan sonra nasıl dönüp küfre dalabilir? Kimdir ki o; îmanı tanıyıp onun zevkine erdikten, îmanın verdiği varlık düşüncesini gördükten, îmanlı yaşamanın tadını tattıktan, tertemiz îman havasında nefes alıp verdikten, îman nûrunun aydınlığında hayat sürdükten, îman gölgesinde dinlendikten sonra… Kalkar da küfrün o katı ve öldürücü havasına, o pis ve engebeli yoluna dönebilir? Kim yapar bunu? İnatçı, haset ve kalbi katılaşmış olandan başka? İkisi arasındaki farkı anlamayan, hissedip bilmeyen katı yüreklilerin dışında?
İşte bunun üzerine kalpleri mühürlenmiştir de artık hiç anlamazlar. Allāh onlara sâdık bir müslüman, şerefli bir insan olmayı nâsîb etmemiştir. Onlarda da hakîkati kavrama yeteneği kalmayıp, ahlâkî duyguları tamâmen silinmiştir. Çünkü böyle bir yolda yürüdükleri, yâni gece ve gündüz sözleri ve davranışları arasında çelişkilerle yaşadıkları için, bu değerlerden mahrûm olmuşlar ve bu zilleti kendileri tercih etmişlerdir.
Bu âyet, Allāh’ın kalpleri mühürleme husûsunda indirdiği birçok âyetten birisidir. Onlar mecbûren münâfık olmuş da değildir. Gerçekte, onlar mü’min olduklarını söylemelerine rağmen, küfür yolunda ısrar etmiş ve bu yüzden de Allāh’ın kalplerini mühürlemiş olduğu kimselerdendir. Çünkü onlar kendileri için münâfıklığı tercih etmiş ve Allāh da onlara bu ahlâkî rezilliği nâsîb etmiştir.
Allāh’ın yarattığı psikolojik yasalar dolayısıyla küfür, kibir ve nifâk, kalbin mühürlenmesine neden olur. İnsan inkâr ettikçe kalbi katılaşır, hiçbir şeye inanmaz olur. Allāh, hakîkati kabûl etmek istek ve niyetini gösterenin kalbini mühürlemez. Ancak kâfirlerin, zorbaların kalplerini mühürler. Anlamak istemeye istemeye anlayışsızlık onların huyu, doğal durumu hâline gelir. Gönül, alıştığı huylardan başkasına istek göstermez. O insan vurdum duymaz olur. Allāh o kimseleri kendi nefslerine, bâtıl arzularına terk eder. İşte Allāh’ın, kalpleri mühürlemesi, bu psikolojik durumu anlatmaktadır.
Necmettin Şahinler
“Kur’ân’da Sembolik Anlatımlar” (İnsan Yayınları, 2013) kitabından alınmıştır.
- Münâfikûn 63/3. ↩︎