Kör nokta, sürüş esnâsında aracın yan ve dikiz aynalarından görülmeyen yerleri ifâde eden bir terimdir. Şerit değiştiren bir araç, bir noktada diğer aracın aynalarından görülemeyecek bir konumda bulunabilir. Bu görülemeyen noktaya trafik literatüründe “kör nokta” denir. Bu nokta sâdece aynanın kullanımından kaynaklanan optik bir yanılsama değil, aynı zamanda insanın biyolojik göz yapısından da kaynaklanan bir özelliktir. Başka bir deyişle kör nokta, gözlerimizin yapısal bir özelliğidir ve gözlerimizin anatomisinden kaynaklanır, yâni aynada gördüğümüz şeylerle doğrudan bir ilgisi yoktur. Kör nokta olarak adlandırılan nokta, gözde retinanın kesintiye uğradığı ve optik sinirle birleştiği noktadır. Bu noktada ışık reseptörleri1 olmadığı için gözün bu noktasında göremeyiz. Aynı zamanda kör nokta, genellikle gözümüzdeki görsel algıyı etkileyen ve beynin fark etmediği bir alan olarak tanımlanır. İnsan gözünde, retinada görsel algılayan hücrelerin olduğu yerin dışında kalan, yâni görme hücresinin bulunmadığı bir bölge vardır. Bu bölge, retinada “görme noktasız” bir alan oluşturur ve buna “kör nokta” denir.
Araçlarda bu kör nokta sorununu çözmek için aracın yan aynalarına eklenen küçük aynadan faydalanılır ve bu ayna “kör nokta aynası” olarak adlandırılır. Kör nokta aynasının görevi, sürücünün aracın arka ve yan taraflarını görmesini sağlayarak kör noktaları azaltmaktır. Bu sâyede, şerit değiştirme ve dönüş sırasında sürüş güvenliği artırılabilir. Trafikte sürücülerin, yolcuların ve yayaların güvenliğinin sağlanması, güvenli bir sürüş deneyimi yaşanmasına bağlıdır. Bunun için trafikte dikkatli olmak, aynalara bakarak yanda ve arkada kalan araçları kontrol etmek gerekir. Sürüş güvenliğini sağlamak için sürücü çevresini tam olarak görebilmelidir. Ancak, araçların yapısal tasarımı nedeniyle bâzı bölgeler sürücünün görüş alanı dışında kalır.
Gözlerimize gelince onlarda da “kör nokta” adı verilen, üzerinde ışığı algılayan sinir hücrelerinin bulunmadığı bir alan vardır. Görme olayının gerçekleşmesi için ışığın gözde bulunan retina tabakasındaki ışığa duyarlı hücreler tarafından algılanması gerektiğinden kör noktada görüntü oluşmaz. Sağ gözdeki kör nokta nedeniyle oluşan görsel bilgilerdeki boşluk sol gözden gelen bilgiler sâyesinde doldurulur. Aynı durum sol göz için de geçerlidir. Dolayısıyla her iki gözümüzle baktığımızda görüntüdeki kör noktayı fark etmeyiz. Buna rağmen kör noktayı tek gözümüzle baktığımızda da göremeyiz. Çünkü retinanın diğer bölgelerinden iletilen bilgi sâyesinde görüntüdeki bu boşluk beyinde otomatik olarak tamamlanır. Kör noktayı ilk keşfeden Fransız fizikçi Edme Mariotte’dir ve 1668 yılında görme ile ilgili yeni keşiflerini açıkladığı bir kitabında bu kör noktadan söz etmiştir.
Tıpkı fiziksel ve biyolojik kör noktalar olduğu gibi insanın da kişisel özelliklerinden kaynaklı kör noktaları vardır ve bunlar “öz farkındalıkta oluşan uçurumlardan” kaynaklanır. İnsanın kendine âit kör noktalarını keşfetmesi kendisini tanıma ve tanımlamada objektif olması çok önemlidir. İnsanın kendi davranışlarını nasıl gördüğü, her zaman başkalarının gördüğü ile aynı değildir. Bu iki görüş arasındaki uçurum/boşluk iletişimsizliğin en çok görünen yönlerinden biridir. Örneğin; çok vurdumduymaz olmak, başkalarının düşüncelerini önemsememek, hızlı ve bağımsız çalışmayı tercih etmek, baskı altında dominant profilinizi fazlasıyla öne çıkarmak, bütün bunlar sizi belki başarıya götürebilir ama başkaları tarafından nasıl göründüğünüzü bilemezsiniz ya da fark edemezsiniz. Bunun tam tersi de insanın kör noktası olabilir. Etkileşimden hoşlanırsınız, dışa dönük, konuşkan ve insan odaklı olmaya yatkınsınızdır veyâ hızlı çalışmaya meyilli ve detaylardan kaçan bir yapıya sâhip olabilirsiniz. Ancak, bu enerji ve duygu odaklı ilişkileriniz farklı kişiler tarafından hiç ummadığınız bir şekilde karşılanabilir ve sizin dikkatsiz, düşünmeden hareket eden ve daha da ilerisi dağınık, karmaşık, telaşlı bir birey olarak algılanmanıza/değerlendirilmenize sebep olabilir.
Her insanın bir kör noktası vardır ve psikolojik/sosyolojik kör noktalarımız da neredeyse biyolojik tanımıyla aynı şekilde işlemektedir. Bireysel kör noktalarımızda tıpkı retinanın yaptığını yapıyor beyin. Biyolojik kör noktada ilginç olan şu ki gözün göremediğini beyin görüyor. Yâni kör bölgeye düşen veri görülmüyor ama o boşluk bir şekilde yine de dolduruluyor. Beyin, oradaki boşluğu, en yakın zamandan hatırlanan motiflerle tamamlıyor ya da en iyi bildiği, âşina bir fona boyuyor. Bu da bize bilinç ile bilinçaltının ya da alt beyinle üst beyin diye adlandırılan bölümlerin –kontrolümüzün dışında– birbiriyle etkileşim içinde olduğunu gösteriyor. Matrix filmini izleyenler şu sahneyi hatırlarlar. Morpheus, Neo’yu ilk defa kâhine götürdüğünde, kâhin Neo’ya giriş kapısındaki “Temet Nosce/Kendini Bil” yazısını göstermiştir. İnsanlar çoğunlukla hep birilerini anlamaya, tanımaya, yargılamaya ve hatta düzeltmeye ciddi çaba gösteriyorlar. Oysa daha öncelikli olan yâni “insanın kendini bilmesi” hep ihmâl ediliyor.
Bu nedenle insan cesur olmalı ve kör noktalarını bulmak için gayret etmelidir. Çünkü insan, kendisiyle barış imzalayana kadar neye sâhip olursa olsun mutlu ve memnun biri olmayacaktır. Kendinizle barışmanın yolu “gerçek sizinle” tanışmaktan geçiyor. Kör noktaların tespiti için en uygun metot geri bildirim almaktır. Sağlıklı ve objektif geri bildirim için insanları bu konudaki samîmiyetinize iknâ etmeniz gerekir. Onlara sorun: “Sence benim değiştirmem gereken yönlerim nelerdir?”; “Hangi davranışım ya da yaklaşımım sinir bozucu olabiliyor?”; “Şu yönün olmasa dediğin ne var?”. Soruların cevâbını sâkinlikle karşılamaya hazır olmak bu işin önemli parçalarından biridir. Geri bildirimlerin hemen akabinde kişileri, aksine iknâ etmek üzere bir çaba içine girerseniz boşa enerji tüketip moralinizi bozmuş olursunuz. Bu hayatta öğrenilecek en kıymetli şeylerden biri de size en çok faydası dokunan insanların “duymak istemediğiniz ama duymanız gerekenleri söyleyenler” olduğudur. Kör noktalar sizi çok şaşırtabilir ve belki de “size göre sizde yoklar” ama aslında varlar. İşte bunu öğrenmek “kişisel yolun” katedilişi için eşsiz bir değerdir. Özetle: “Bir şeyi bilmek ayrı, onu bildiğini göstermek apayrı bir şey’’ sözünü unutmamak kör noktalarımızdan kurtulmanın ilk adımıdır.
İnsanın trajik olan ve hayâtı boyunca en tutarlı/ısrarlı hatâlarından biri de sâdece “doğru olmasını istediği” şeylere önem vermesi ve sâdece “duymak istediklerini” söyleyeni dinlemesidir. Düşündüğü ve inandığı şeylerin tam zıddında hayâtını değiştirecek doğrular duruyorken, insanın bu doğruları kör noktasında hapsetmesi, duymaya, görmeye ve anlamaya emek vermemesi gerçekten bir hüsrandır. Sevdiğimiz ve değer verdiğimiz kişileri dinlerken, anlamaya harcadığımız çaba elbette övgüye lâyıktır ama bu, durduğumuz yeri güçlendirmek için ne kadar faydalıysa da yanlış bir duruştan/görüşten vazgeçebilmenin karşısında bir o kadar etkisiz ve faydasızdır. İnsana, düşündüğü ve inandığı şeylerin tam zıddı olan ve hayâtını değiştirebilecek doğrular anlatılırken, insanın bu doğruları kör noktasında hapsetmesi gerçekten de kabullenilebilecek/faydası görülebilecek bir davranış değildir.
Hayat, sürekli bir algılama, görme ve anlamlandırma çabasıdır. İnsan, çevresini duyu organlarıyla algılar; görür, duyar, dokunur ve koklar. Ancak bütün bu duyuların kusursuz olduğunu düşünmek aslında yanıltıcıdır. İnsanoğlu genel olarak bu tür duyular sonucu edinilen bilgilerin/deneyimlerin tartışılabilir/yanlışlanabilir olabileceğini düşünmekle birlikte bunun kendilerinden çok başkalarında meydana gelebileceği zannını/kanaatini taşırlar. Başkalarının duyumsamaları ve ön yargıları karşısında geliştirdiği farkındalığı/temkinli duruşu, kendi ön yargılarını tespit etmek noktasında gösteremez. Bu noktada ön yargılarının kendisi için kör noktalara dönüştüğünü ve bu kör noktaların bir illüzyon gibi kendisini kuşattığını fark edemez.
Kör noktalarımız, aynı zamanda kim olduğumuzun da bir parçasıdır. Zihnimiz, karmaşık dünyâmızı anlamlandırmak için sürekli çalışır; ancak bu süreçte kaçınılmaz olarak bir şeyleri dışarıda bırakır. Düşünürler, bu sınırlı algının bilincinde olan insanın, hakîkate daha yakın olacağını savunurlar. Sokrates’in “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” sözü, aslında kör noktalarımızı kabul etmek üzerine bir davettir ve bunu kabul etmek/farketmek, hakîkate yaklaşmanın ilk adımıdır.
Modern dünyâda kör noktalar, sâdece bireysel değil, toplumsal bir boyut da taşır. Günümüzde medyanın, siyâsetin, gruplaşmanın veyâ popüler kültürün yönlendirdiği toplumlar, bâzen kendilerine gösterilenle yetinir. Düşünceler, tek bir bakış açısıyla şekillenir ve çoğunlukla sorgulanmaz. Bu toplumsal kör noktalar, kutuplaşmayı artırır, empatiyi/duygudaşlığı zedeler ve hakîkatin önünde bir perde oluşturur. Öyle ki herkesin bir kör noktası bulunur. Amaç bu kör noktanın getireceği riskleri minimize edecek bir ek kaynak, içgüdü ya da farkındalık oluşturabilmektir. Bu nedenle kör noktaları aşmanın ilk adımı, onların varlığını kabul etmektir. İnsan, göremediğini fark ettiğinde, bir başka göz aramaya başlar. Bu göz, başkasının bakış açısı, bir gazete, bir kitap, bir sanat eseri ya da farklı bir deneyim olabilir. Kör noktamızın sınırına yaklaştığımızda, orada duran boşluğu dolduracak bir hakîkat ararız. Ancak bu, cesâret ister. Çünkü kör noktayı doldurmak bâzen kendi doğrularımızı da sorgulamayı gerektirir.
Özetle, kör noktalarımızı görmek ve onların ötesine geçmek, önce kendimizi değiştirmekle başlar. Çünkü hakîkat, insanın kendinde başlar ve tüm dünyâyı kuşatır. Mevlânâ’nın dediği gibi, “Dün akıllıydım, dünyâyı değiştirmek istedim. Bugün ise bilgeyim, kendimi değiştiriyorum.”
Necmettin Şahinler
Yazılmakta Olan Eser
- Çeşitli uyarıları alabilen ve duyu organlarının yapısında bulunan özelleşmiş hücre, hücre grupları veya sinir uçları. ↩︎