Kur’ân’ın Kapısı

Klasik bir yaklaşımla düşündüğümüzde, “Kur’ân’ın Kapısı”ndan ilk anlaşılan şey Fâtiha Sûresi’dir. Çünkü İlâhî Kelâm’a giriş önce onunla başlamaktadır. Aynı zamanda Hz. Peygamber bu sûreye “Ümmü’l-Kitâb1 adını vermiştir. Bunun nedeni, Fâtiha Sûresi’nin Kur’ân’da öngörülen bütün temel prensipleri özlü ve kapsamlı bir şekilde içermesidir. Ama biraz daha irfânî düşündüğümüzde, Kur’ân’ın Kapısı’nın Hz. Peygamber ile özdeşleştiğini idrâk etmekte gecikmiyoruz. Çünkü Kur’ân, O’na vahyedilmiş ve O’nun aracılığı/dili ile yaşadığımız bu âleme inmiştir. Hz. Peygamber, sadece Kur’ân’a aracılık etmemiştir, O, aynı zamanda yürüyen, yaşayan ve konuşan bir Kur’ân olmuştur. Bunun için Hz. Peygamber’e “Kur’ân-ı Nâtık” da denmiştir. Hiç kimse Kur’ân’ı Hz. Peygamber’den daha mükemmel bilemeyeceğine, yine hiç kimse Allāh hakkında Hz. Peygamber’den daha mârifet sahibi olamayacağına göre, Kur’ân’ın en zirve kapısı, Gayb’ın en zirve anahtarı Hz. Peygamber’dir. Hz. Peygamber’in kapısından geçmeyen/geçemeyen hiçbir benliğin Hakîkat’e ulaşması mümkün değildir. Hakîkat-i Muhammediyye nûrundan aydınlanmayan/beslenmeyen hiçbir nefs kemâle eremez.

Bir başka gerçeklik de Kur’ân’ın Kalbi ile ilgilidir. Hz. Peygamber, Kur’ân’ın Kalbi olarak “Yâsîn Sûresi”ni göstermiştir. Yâsîn Sûresi, Kur’ân’ın en önemli üç hedefini, yani “Tevhid, âhiret ve nübüvvet” konularını yoğun bir şekilde işlediği için bu ismi almıştır. Ama asıl önemli gerçeklik, “Yâsîn” adının Hz. Peygamber’in de adı olmasıdır. Böyle düşündüğümüzde Hz. Peygamber’in sadece Kur’ân’ın kapısı değil, kalbi de olduğu ortaya çıkmaktadır. Anlaşılıyor ki, Son Peygamber’in “Bilen Kalbi”ne girmeden, O’nun muhabbet/Kevser havuzundan nasiplenmeden Kur’ân’ı anlamak bir hayaldir ancak.

Hz. Peygamber, aynı zamanda bir ilim şehridir. Kendini şehir olarak tanımlayan sadece Hz. Peygamber değildir. Hz. Îsâ da İncil’de “Dağdaki şehir gizlenemez” sözüyle kendini şehir olarak tanımlamıştır. Şüphesiz her şehrin bir kapısı bulunur. İlim şehri olan Hz. Peygamber de kendi kapısını tanıtırken Hz. Ali’ye işâret ederek şunu söylemiştir: “Ben ilim şehriyim. Ali de o şehrin kapısı.” Eğer bu hadisten de irfânî bir zevk çıkarmak istersek şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Genel olarak “Ehl-i Beyt” de Kur’ân’ın kapısı konumundadır ve Kevser Havuzu’nun değişmez sâkîleridir. Onlara muhabbet etmeden, onları sevmeden, onların boyasına boyanmadan Kur’ân’ın rûhunu yakalamak Ezelî İrâde’ye aykırıdır.

Kur’ân’ın kapısı olduğu gibi, içindeki âyetlerin de kapısı vardır. Bazı âyetler kendini, okuyana kolay açarken, bazı âyetler “daha nazlıdırlar” ve kapılarını açmayı “özel şartlara” bağlamışlardır. Muhkem âyetler, Kur’ân’ın anası/temeli olarak tanımlanan âyetlerdir. Başka bir ifâde ile Kur’ân’ın tartışma, yorum ve felsefe dışında tutulan temel dayanakları, aksiyomları ve postulatlarıdır. Müteşâbih âyetler ise, anlamını ve te’vilini yalnız Allāh’ın bildiği âyetlerdir. Muhkemler, Kur’ân’ın rölativite üstü yönlerini, müteşâbihler ise rölalivite konusu olan yanlarını çerçevelerler.2 Yoruma ve değişik nüanslar kazanmaya sürekli açık olan müteşâbihleri gerektiği gibi anlamak, Kur’ân’ın yapı taşları durumundaki muhkemleri bilmek ve onlara tartışmasız îman etmekle mümkün olur. Muhkemleri bilmeden ve onlara tartışmasız îman etmeden müteşâbihleri yorumlamaya kalkmak, ancak kalbinde eğrilik taşıyanların tavrıdır. Bu gerçek Âl-i İmrân Sûresi’nin 7. âyetinde3 çok net ortaya konmuştur. Kısacası, müteşâbih âyetlerin kapısı, muhkem âyetleri yaşayanlara açılır.

Kapı kelimesinin Arapça’daki karşılığı “bâb” sözcüğüdür. Çoğul şekli ise “ebvâb”dır. Bu sözcük, kapı anlamının dışında “geçit, giriş, bölüm, fasıl, grup, sınıf, kategori, alan” anlamlarına da gelmektedir. “Bâb” kelimesi, Kur’ân’da 26 âyette geçmektedir. Kur’ân şehirlerin, evlerin, mescidlerin kapılarından söz ettiği gibi, cennetin, cehennemin ve göklerin de kapılarından bahsetmektedir. Çalışmamızın bundan sonraki bölümlerinde sırasıyla “kapı” sözcüğünün geçtiği âyetleri incelemeye çalışacağız. Ve Rabbimiz’in bize açtığı kadar bu âyetlerin kapılarından içeri girmeyi deneyeceğiz. Ama öncesinde Hz. Peygamber’den öğrendiğimiz şu duâ ile Rabbimiz’e niyâzda bulunacağız:

Rabbim! Beni gireceğim yere doğruluk-dürüstlükle sok, çıkacağım yerden doğruluk-dürüstlükle çıkar. Katından bana yardımcı bir güç/kanıt ver.4

Necmettin Şahinler

Yazarın Kapılar Kapanmadan (İnsan Yayınları, 2010) adlı kitabından alınmıştır.


  1. Kitab’ın anası. ↩︎
  2. Müteşâbih alan, insanoğlunun gelecek zamanlar boyunca yeni duyularüstü katkılarla Kur’ân’a iştirakini de sağlar. Bu, bir anlamda kurumsal olarak sona eren vahyin, ilham yoluyla devâmına imkân sağlamaktır. ↩︎
  3. “Kitab’ı sana indiren O’dur: Onun âyetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki, onlar Kitab’ın anasıdır. Diğer âyetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitab’ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun te’vilini ise, bir Allāh bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, ‘Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır’ derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.” ↩︎
  4. İsrâ 17/80 : “Ve kul rabbi edhılnî mudhale sıdkın ve ahricnî muhrece sıdkın vec’al lî min ledunke sultânen nasîrâ(nasîren).↩︎

Paylaş

PAYLAŞ

E-bülten aboneliği