Kutsalı Kesmek Zordur

Kur’ân’ın içerisinde Allah’ın bir “inek” kesmesini emrettiği tek yer Bakara 2/67. âyette yer almaktadır. Zaten Bakara Sûresi’nin adı da bu olaydan alınmadır. Bakara Sûresi, bilindiği gibi Kur’ân’ın en uzun sûresidir1 ve aynı zamanda içeriğindeki konuların çokluğu ve çeşitliliği düşünüldüğünde çok yönlü açılımlara/hükümlere kaynaklık yapmaktadır. Örneğin; bu sûrede başta îman esasları olmak üzere insânın yaratılışı, kıblenin değişmesi, namaz, oruç, hac, sadaka, boşanma, nesep, nafaka, borçların kaydedilmesi gibi pek çok konuya yer verilmiştir. Şimdi insânın aklına şöyle bir soru gelmektedir: Bu sûre içerisinde insânlık ve insânlık tarihi açısından o kadar önemli olaylar ve bu olaylardan çıkarılacak “başlıklar” dururken, neden “Bakara” adı  ön plâna çıkarılmış ve üstelik sûreye isim olarak seçilmiştir? Eğer bu olmuşsa demek ki; bu isim ve bu ismin müsemmâsını/içeriğini oluşturan olay –hikmetini idrâk etmede yetersiz kalsak da– sûrenin en temel parametresidir.

Bu inek kesme olayı Hz. Mûsâ ile İsrâiloğulları arasında geçmektedir ve sonrasında yer alan Bakara 2/72-73. âyetleriyle de yakından ilgisi olduğu söylenmiştir.2 Bu âyetlere göre İsrailoğulları arasında faili meçhul bir cinâyet işlenmiş, sonra da onlar bu suçun sorumluluğunu birbirlerinin üzerine atmışlardır. Bunun üzerine Allah, onlardan bir inek kesmelerini ve bu ineğin bir parçasıyla öldürülene vurmalarını istemiştir. Bu istek, Allah’ın, İsrailoğulları’nun örtbas ettiği herşeyi açığa çıkarmaya kadir olduğunun yakînen anlaşılması içindir.3

Şimdi bu yazıda biz âyetlerin detaylı açıklamalarına girmeyeceğiz ve ama sadece şunu hatırlatalım ki; bu olay, çözümlenmemiş bazı öldürme olaylarında bir inek kesilmesini ve öldürme olayına en yakın köy veya kasaba yaşlılarının ellerini kesilen inek üzerinde yıkayıp “bu kanı ne ellerimiz döktü, ne de gözlerimiz onu gördü” diye beyanda bulunmalarını emreden Hz. Mûsâ’nın yasasına işâret etmektedir. Bu yasaya göre ellerini yıkayanlar o cinâyeti işlememiş, yıkamayanların ise katil/suçlu olduğu anlaşılacaktır. Böylece bu yolla toplum, müşterek sorumluluktan muaf kılınmış olmaktadır.4

Genelde tefsirlere/meâllere bakıldığında bu “inek” kesme emrinin başına “kurbanlık” ifâdesinin getirildiğini görmekteyiz. Ama görülüyor ki, bu eylem Allah’a yakınlık/kurbiyet için değil, yalnızca sosyal bir hadisenin/suçun/cinâyetin açığa çıkarılması için başvurulan bir prensipten başka bir şey değildir. Şimdi bu “inek” kıssasını anlatan âyetleri şöyle sıralayabiliriz:  

Hani, o zaman Mûsâ halkına: ‘Dinleyin! Allah bir sığır kesmenizi emrediyor’ demişti. Onlar: ‘Sen bizimle alay mı ediyorsun?’ dediler. O: ‘Bu kadar câhil olmaktan Allah’a sığınırım!’ cevabını verdi.”5

Onlar: ‘(Mâdem öyle,) Rabbine bizim için duâ et de bunun nasıl bir kurban olacağını bize açıklasın’ dediler. (Mûsâ) ‘Bakın’ dedi, ‘O ne yaşlı ne körpe, ama ikisi arasında orta yaşta bir sığır olmasını istiyor. O hâlde size verilen emri yerine getirin!6

 “Onlar: ‘Rabbine bizim için duâ et de onun renginin nasıl olacağını bize açıklasın’ dedi. (Mûsâ’nın) cevabı şu oldu: ‘O, kurbanın sarı renkte, parlak tonda, görenlere zevk veren bir sığır olmasını istiyor.7

Onlar: ‘Rabbine bizim için duâ et de onun nasıl olacağını bize (daha açık) bildirsin, (çünkü) bize göre tüm sığırlar birbirine benzer; ve sonra, Allah arzu ederse biz elbette doğru yola yöneleceğiz!’ dediler.8

(Mûsâ’nın) cevabı şu oldu: ‘O, bu kurbanın ekinleri sulamak veya toprağı sürmek için hiç koşulmamış, kusursuz, alacasız bir sığır olmasını istiyor’. Onlar: ‘İşte, sonunda gerçeği bildirdin!’ dediler; ve hemen (onu) kurban ettiler. Halbuki neredeyse hiçbir şey yapamadan kalacaklardı.”9

Verdiğimiz bu beş âyetin genel bir değerlendirmesini yaparsak şu sonuçları çıkarmamız mümkündür:

1) Hz. Mûsâ, “Allah’ın bir sığır kurban etmeleri emrini” İsrâiloğulları’na tebliğ etmiştir. Çünkü İsrâiloğulları, uzun bir süre Mısır’da bulunduklarından dolayı, Mısırlılar’ın ineği tanrı/kutsal saymalarının etkisi altında kalmışlardı. Hatta Sâmirî’nin, Hz. Mûsâ’nın Tûr Dağı’na çıkmasını fırsat bilerek “altın bir buzağı/inek” şeklinde put yapması da İsrâiloğulları’nın bilinçaltlarında ineğe kutsallık verme/tapınma inanışını hâlâ sürdürdüklerini bize göstermektedir. İşte Hz. Mûsâ onlara ineği kesmelerini emredince, bu inanışlarından dolayı ineğin kesilmesine hayret etmişler, içlerine sindiremedikleri bu teklif karşısında Hz. Mûsâ’ya “Bizimle alay mı ediyorsun?” veya “Böyle şey mi olur, sen bizimle eğleniyor musun?” diyerek işi hafife almaya çalışmışlardır. Ancak Hz. Mûsâ’nın “Ben böyle bir konuda sizinle alay edecek kadar câhil değilim!” şeklindeki kararlı ve ilâhî vahye dayalı tavrı konusunda işin ciddiyetini anlamışlardır.

2) Âyetler İsrâiloğulları’nın tarih boyunca peygamberlere ve ilâhî emirlere karşı değişmeyen “kaypak, sürüncemeli, nankör, şükürsüz, içten pazarlıkçı, bahane arayıcı, emânete hıyânet edici, menfaatlerini ön planda tutan, çıkarcı” gibi karakteristik yönlerini/tutumlarını ortaya koymaktadır. Aslında kendilerine tebliğ edilen emre uyup “rastgele/sıradan bir inek” kesselerdi iş tamamlanacak, maksat hâsıl olacaktı. Ama onlar işi büyüttüler, kendi gönüllerinde/iç dünyâlarında nâdir bulunur çok özel bir inek hayal ettiler. Kendi akıllarınca kesilecek inek konusunda detaylar isteyerek güya kurnazca davranıp bu konuda Hz. Mûsâ’yı sınamaya kalkıştılar. Her üç âyette de “Rabbimize” yerine Hz. Mûsâ’ya “Rabbine” diye seslenmeleri onların îmanın ve teslimiyetin güzelliğini hâlâ kalplerine sindiremediklerine işâret etmektedir.

3) Elmalılı’nın ifâdesine göre İsrâiloğulları’nın ineğin özelliklerini öğrenmek için kullandıkları Bakara 2/70. âyette geçen “mâhiye” yani “mâhiyet” kelimesinden kasıt cinsin hakîkatini öğrenme arzusudur. Çünkü mâhiyet; bir şeyin aslı, esâsı, içyüzü demektir. Yâni onlar her şeyden önce o ineğin “hakîkat mi, yoksa mecâz mı” olduğunu anlamak istiyorlardı. Başka bir deyişle söylersek; onlar Hz. Mûsâ’dan “inekle kastedilen şeyin” ne olduğunu bilme peşindeydiler. Ama onun gerçek bir bakara/inek olduğu anlaşıldığında artık “İşte, sonunda gerçeği bildirdin” diyerek emri yerine getirdiler.

4) Âyetlerde ineğin özellikleri şu şekilde sıralanmadır: a) Ne yaşlı ne körpe; ikisi arası orta yaşta. b) Sarı renkte, parlak tonda, görenlere zevk/sevinç veren bir yapıda. c) Ekinleri sulamak ve toprağı sürmek için çifte koşulmamış/boyunduruk altına alınmamış, kusursuz ve alacasız.

5) Bakara 2/70. âyetin sonunda ilk defa İsrâiloğulları’nın emri yerine getirme konusundaki başarılarını “İnşâallah” diyerek Allah’a atfetmeleri teslimiyetlerinin arttığına, kalplerinin yumuşadığına ve idrâklerin geliştiğine işârettir. Bu konuda Ebû Hüreyre’den rivâyet edilen bir hadîste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Eğer İsrâiloğulları, “Allah dilerse mutlaka yol buluruz” demeselerdi, hiçbir zaman bir çıkar yol bulamazlardı. Eğer herhangi bir ineği ilk etapta alıp kesselerdi yeterli olacaktı; ama onlar işi yokuşa sürdüler, Yüce Allah da işlerini gittikçe zorlaştırdı.

6) Âyetlerden alınacak önemli ve genel bir ders de şudur: Din konusunda Allah’ın buyruklarını aynen tatbik etmek ve bunlar üzerinde fikir beyân etmemek gerekir. Gereksiz sorularla ayrıntılara girmek dînin emirlerini güçleştirmekten ve soranı ağır sorumluluklar altına itmekten başka bir işe yaramaz. Hz. Peygamber’in de risâlet dönemi boyunca sahâbenin bu tarz sorularını sükûtla geçiştirmesinin altında yatan gerçek dîni zorlaştırmama ve içinden çıkılmaz bir kaosa dönüştürmeme endişesidir. Şüphesiz Hz. Peygamber’in bu tavrı/sünneti Kur’ân’ın Mâide 5/101. âyetinden kaynaklanmaktadır:

Siz ey îmana ermiş olanlar! (Kesin hukukî kurallar şeklinde) açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokabilecek olan konular hakkında soru sormayın. Zira Kur’ân vahyedilirken onlar hakkında soru sorsaydınız, size (hukukî kurallar şeklinde) açıklanabilirlerdi. Allah, bu konuda (sizi her türlü yükümlülükten) âzâd etmiştir. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir.”10

Bu âyetlerde geçen “inek kesme” emrini irfâni yönden yorumlayanlar ise şu açıklamaları yapmışlardır:

 Hz. Mûsâ’nın halkına: “Dinleyin! Allah bir bakara/sığır kurban etmenizi emrediyor11 ifâdesindeki Bakara “Nefs-i Emmâre”ye işâret etmektedir. Yâni Kur’ân’da Yûsuf/53. âyette tanımlanan “kötülüğü emredici/şerre zorlayıcı” nefstir. Rûhun dirilişi, hakîkatin uyanışı bu nefsin kesilmesine, hevâ ve hevesten men edilmesine kısaca “ölmeden önce ölmesine” bağlıdır. Bu gerçeklik/emir bir oyun, şaka, eğlenme, vakit geçirme, bakalım ne olacak türünden bir hobi, monden bir uğraş değil, hayatî, ciddi bir iş; bu işin rehberliğini yapanlar da böyle vasıflardan/câhilliklerden uzak dirâyet sâhibi mürebbîlerdir.

Bu Bakara’nın/İnek’in özellikleri şöyledir: 

O ne yaşlı ne körpe, ama ikisi arasında orta yaşta bir inektir.12 Bu tanımın anlamı şudur: O, ne maddî âlemin/hayatın bağlarıyla henüz bağlanmış derecede “körpe/genç/heyecanlı/yeni”, ne de maddeyi/dünyâyı terketmeye hazırlanan “ununu elemiş, eleğini asmış” türden “yaşlı/doygunluk kazanmış/eski/heyecanını yitmiş” bir nefstir. O, bu vasıfların arasında birisidir. Başka bir yorumla o, ne kökünden hemen çıkacak taze bir filiz ne de kabuklaşmış, kütükleşmiş bir ağaçtır. Özetle böyle bir nefs, “ıslâhı” -terbiye edilmesi- mümkün ve “istidâdı” –yeteneği- körelmemiş bir nefstir. Mürebbîler ancak böyle bir nefsle uğraşırlar. Ganiyy-i Muhtefî’nin dediği gibi: “Islâhı gayri mümkün tâliplerle uğraşmaz/Çünkü bilir ki bunlar birer nefsânî cambaz.”13

O, sarı renkte, parlak tonda, görenlere zevk veren bir inektir.14 Bu tanımın anlamı şudur: O, saflığını/mâsumiyetini muhâfaza eden, fıtratı bozulmamış, rûhî yeteneği parıldayan bir nefstir. Böyle bir nefsin yeteneği Kâmil Mürebbîlerin dikkatini/nazarını çeker, himmetini tahrik eder, muhabbetlerini ona karşı arttırır ve kalplerine sürûr verir.

O, ekinleri sulamak veya toprağı sürmek için hiç koşulmamış yani boyunduruk altına alınmamış, kusursuz, alacasız bir inektir.15 Bu tanımın anlamı şudur: O, hiçbir “denetim, kural, disiplin, alışkanlık, şartlanma, kayıt, kānun, itaat” altına girmemiş, kimsenin “kölesi, kulu, hizmetkârı olmayan, özgür, başı çözük, kendi başına buyruk” bir nefstir. Yine o, kökleşmiş hiçbir “inanç, düşünce, görüş, zevk, hikmet, mârifet” bilgileri ile aklı ve gönlü “alacalaşmamış/kirlenmemiş/bozulmamış/kararmamış” bir nefstir. Kısaca o bir “tabula rasa”dır.16

Onlar: “İşte sonunda gerçeği bildirdin” dediler ve Bakara’yı/Nefsi kurbân ettiler. Böylece “ölmeden önce ölmeyi” -fenâyı- kendi elleriyle gerçekleştirdiler. Ölmeden önce ölmek, bir anlamda insanın “varlığı/zâtiyeti hakkındaki yanlış algılamalarını” ortadan kaldırmak demektir. Nefs, insâna “Hakk’tan ayrı varlığı olduğu zannını” bir vehim olarak telkin eder. Ama mücâhede ile birlikte nefsi tezkiye olup kesildiğinde; “insan artık hiçbir fiili, hiçbir sıfatı ve kezâ kişiliğinin özü olan zâtını da kendisine ait nesneler gibi değil bir süre kendisine izâfe edilen emânetler olarak idrâk eder ve bunların tümünü Cenâb-ı Hakk’a rücû ettirir.” İşte hakîkat ilmi açısından kesilen Bakara/İnek, insândaki bu zannın/vehmin izâlesidir.

İneğin/nefsin kesilmesi çözümlenmemiş cinâyetin, gizli/örtülü kalmış hakîkatin ortaya çıkması içindir.17 Bu nedenle Hz. Mûsâ halkından: “kesilmiş ineğin bir parçası ile ölüye vurmalarını” istemiştir.18 Ölü ineğin parçası yukarıda da değindiğimiz gibi izâle edilen/kaybolan zan ve vehimdir. Onun yok oluşu insânda yeni bir idrâki diriltir. Böylece öldürülen yanlış algı ve şartlanmalar sonunda insânda saklı/sırlı/örtülü olan gerçek Zât’ın bilinci ortaya çıkarılmış olur. İşte bu yolla Allah ölüye hayat verir ve düşünesiniz diye size âyetlerini gösterir.19 Yani Allah; size “nefsin kesâfetinden Rûh’un letâfetine giden yolu” böylece anlatır. Başka bir deyişle “Rûh’un kandilinin nefsin kıvılcımıyla nasıl tutuşturulacağının” yordamını öğretir. 

            Görülüyor ki; alışılmış, tabu hâline gelmiş ve kutsal algınlanmış geleneklerden/atalar dininden kopmak, bunları zihinden ve gönülden çıkarmak/kesmek kolay değildir. Bu konuda Kur’ân, inananlardan yapacakları her eylemin neden ve niçin yapıldığı, “illetinin” ne olduğu konusunda düşünmelerini ve hayatlarını “taklit” değil; “tahkik” üzerine kurmalarını istemektedir. Ama bu noktada insânlar kendilerine sunulan ilkeler üzerinde düşünecek, tefekkür edecek yerde işlevsel akıllarını devreye sokmamakta, eski alışkanlıkları/zanları/kabullerini/şartlanmalarını sürdürmektedirler. Kur’ân; “Allah’ın indirdiğine ve Elçisi’ne inanın” emri karşısında “Bize Atalarımızdan gördüğümüz inançlar ve filler kâfidir” diyenlere şu karşılığı verir: “Ya atalarınız hiçbir şey bilmeyen ve doğru yolu bulamayan kimseler ise?20

Necmettin Şahinler

Yazarın Kutsalı Kesmek (Hayy Yayınları, 2019) adlı kitabından alınmıştır.

  1. Bakara 2/286. ↩︎
  2. Bu konuda  farklı düşünce ve yorumlara sâhip olanlar da vardır. Onlar; “inek kesme emri” ile “cinâyet eylemini” farklı iki zamanda gerçekleşmiş “bağımsız olaylar” olarak kabul etmişler. ↩︎
  3. Bu konuda geniş bilgi almak isteyenler “Öyleyse Nereye Gidiyorsunuz?” adlı kitabımızın “Bakara Gerçeği” başlıklı makalesine bakabilirler. ↩︎
  4. Bu Tevrat kuralının detayı için bkz. Tesniye xxi, 1-9. ↩︎
  5. Bakara 2/67: “Ve iz kâle mûsâ li kavmihî innallâhe ye’murukum en tezbehû bakarah(bakaraten), kâlû e tettehızunâ huzuvâ(huzuven), kâle eûzu billâhi en ekûne minel câhilîn(câhilîne).↩︎
  6. Bakara 2/68: “Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ hiy(hiye), kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun lâ fâridun ve lâ bikr(bikrun), avânun beyne zâlik(zalike) fef’alû mâ tu’merûn(tu’merune).↩︎
  7. Bakara 2/69: “Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ levnuhâ, kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun safrâu, fâkiun levnuhâ tesurrun nâzırîn(nâzirîne).↩︎
  8. Bakara 2/70: “Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ levnuhâ, kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun safrâu, fâkiun levnuhâ tesurrun nâzırîn(nâzirîne).↩︎
  9. Bakara 2/71: “Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ levnuhâ, kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun safrâu, fâkiun levnuhâ tesurrun nâzırîn(nâzirîne).↩︎
  10. Mâide 5/101. ↩︎
  11. Bakara 2/67. ↩︎
  12. Bakara 2/68. ↩︎
  13. Ganiyy-i Muhtefî, Nefesler, s.114. ↩︎
  14. Bakara 2/69. ↩︎
  15. Bakara 2/71. ↩︎
  16. Latince’de “boş levha”. ↩︎
  17. Bakara 2/72. ↩︎
  18. Bakara 2/73. ↩︎
  19. Bakara 2/73. ↩︎
  20. Mâide 5/104. ↩︎

Paylaş

PAYLAŞ

E-bülten aboneliği