Lübb

Bu kelimenin Türkçe’de karşılığı yoktur. Yaklaşık olarak, gönül, öz veyâ gönül gözü diye mânâlandırabiliriz. Bu kelimeyi, bâzılarının yaptığı gibi, akıl diye çevirmek, bizce yanlıştır. Lübb, akıl ötesi bir gücü ifâde eder. Bâzı âyetler, sâdece lübb sâhiplerince anlaşılabilir, bâzıları da lübb sâhiplerine (ülû’l elbab) farklı sonuçlar sunar. 

“Şu bir gerçek ki, göklerin ve yerin yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde aklını ve gönlünü (lübb) işletenler için birçok âyetler vardır.1

“Aklı ve gönlü işletenler (lübb sâhipleri) o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allāh’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: “Ey Rabbîmiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Şanın yücedir senin. Ateş azabından koru bizi.2 

Kur’ân, benliğimizin derinliklerinde ilâhî sırların saklı bulunduğunu ve bizim bu sırları çözmemiz gerektiğini ısrarla belirtmektedir. Bu sırlar biyolojik ve fizyolojik sırlar değildir. Kur’ân, bizi dış dünyâya ait sırların keşfine çağırırken “taakkul”a dâvet eder, akıl sâhibi olarak adlandırır. Hâlbuki psikolojik-metapsişik sırları keşfe çağırırken bizi “lübb” sâhibi olarak anar, bu sırların yabancısı olmayanları “ülû’l-elbab” diye nitelendirir. Lübb (daha geniş bir ifâdeyle kalb) akılüstü bir bilgi aracıdır. Demek oluyor ki, Kur’ân bizi, hem dış dünyâ ile olan ilgimizi düzenlemeye hem de varlığın esâsıyla “ben”imiz arasındaki düğümü çözmeye dâvet etmektedir.

Lübb ifâdesinin akıl ötesi bir gücü temsil ettiğini söylemiştik. Gerçektende Bakara Suresi’nin 164. âyetiyle Âl-i İmrân Sûresi’nin 190. âyetini karşılaştırdığımızda bu tesbitimizin dayanaklarını görmemiz mümkündür.

Bakara Sûresi’nin 164. âyeti, Allāh’ın birliğini ispat ve açıklama noktasında sekiz delîl saymakta, sonunda ise bu sayılan delîllerden yalnız “akıl sâhipleri”nin gereken işâretleri alacağını söylemektedir. 

“Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insânların yararı için denizde yüzüp giden gemilerde, Allāh’ın gökten suyu indirip onunla, ölümünden sonra toprağı dirilterek üzerine tüm canlılardan yaymasında, rüzgârın bir düzen içinde yönden yöne çevrilmesinde, gök ve yer arasında bir hizmete memûr edilen bulutlarda, aklını işleten (taakkul) bir topluluk için sayısız izler/işâretler/âyetler vardır.”3

Hâlbuki Âl-i İmrân/190 da sekiz çeşit delîl yerine başlangıçta özet bir ifâde ile yetinilmiş ve sonunda da istenilen açısından çok ince bir gelişme vurgulanarak “akleden” yerine “lübb sâhipleri” kavramı kullanılmıştır.

Demek oluyor ki, Bakara/164 de genel olarak “akıl” yetebileceği hâlde, Âl-i İmrân/190 da akıl ötesi gücü temsil eden “lübb” gereklidir. Yine Bakara/164 de, Allāh’ın birliğinin ispatıyla, Allāh’ı bilmenin prensipleri söz konusu iken, Âl-i İmrân/190 da artık o bilgide yükselme/olgunlaşma aranmaktadır. Zâten kendinden sonra gelen Âl-i İmrân/191 de geçen tefekkür ve tezekkür kelimeleri bu vizyona, kapasite arttırımına işâret etmektedir. 

Fahruddin Razi de tefsirinde bu yükselme ve olgunlaşma inceliğine şu satırlarla açıklık getirmektedir. 

“Allāh yoluna girene, ilk önce delîlleri çoğaltmak gerekir. Fakat kalb bir kere Allāh bilgisinin nûruyla aydınlandı mı, onun artık o delîller ile meşgûl olması, kalbin Allāh bilgisinde garkolmasına perde gibi olur. Çünkü aklın çeşitli düşüncelere iltifatı/meyli ile meşgûliyeti, düşünme ve idrâklerinde derinleşme ve sonuca erişmeye engel olur. Bunun için sâlik (yola giren) işin başlangıcında derinleşme ve inceden inceye araştırma ile değil, basit bir seyir ile hareket edeceğinden, delîlleri çoğaltmayı isterse de, bilginin nûru bir defâ kalbe düştükten sonra, o delîllerin azalmasını ve mümkün olduğu kadar kısa ve özetini arzu eder ki, kalbin Allāh’tan başkasıyla meşgûl olmasından doğan zulmet (karanlık) kalksın da Allāh bilgisinin nûrlarının tecellîsi tamam olsun. 

Nitekim Yaratıcı Kudret olan Allāh’ın Hz.Mûsâ(AS)’a: “Ayakkabılarını çıkar. Şüphesiz ki sen, mukaddes bir vâdîde, Tuva’dasın.4 fermânında buna işâret vardır”5

Özetle Bakara/164 de “seyri ilallāh” (Allah’a seyr) isteniyordu ve bunun için akıl yeterliydi ama Âl-i İmrân/190 da “seyri billāh” istenmiştir. Bunun içinde şuhud’dan (görünürden), gıyâbî (görünmezi) okuyabilen, vehim şüphelerinden uzak, nefse ait ilgiler ve karanlık engellerden sıyrılmış, gidişâtın gerçeklerini ve sıfatların hükümlerini düşünen, mülkün tavırlarını ve gayb âleminin sırlarını gözeten, melîk, yaratıcı olan Allāh’ın san’atının inceliklerini ve kudretinin işâretlerini görebilen akıl ötesi bir güç olan “lübb” e ihtiyaç vardır. 

Necmettin Şahinler

“Âyetler ve Yetenekler” (İnsan Yayınları, 2010) kitabından alınmıştır. 

  1. Âl-i İmrân, 3:190  ↩︎
  2. Âl-i İmrân, 3:191  ↩︎
  3. Bakara, 2:164  ↩︎
  4. Tâ-hâ, 20:12  ↩︎
  5.  Fahrü’r-Razi, Mefatihu’l-Gayb, IX, 139 ↩︎

Paylaş

PAYLAŞ

E-bülten aboneliği