Geceyi Soluyanlar

Tevhîd bir Kâinat nizâmıdır ve bunu yeryüzünde uygulamakla görevli olan da insandır. İnsanların pek çoğunun câhil, nankör ve hevâsına uyan türden ve pek azının da şükredici olması nedeniyle, tevhîd nizâmını yeryüzünde yerleştirmek gerçekten çok zordur. Tevhîd’in tebliğcileri öyle belâlar, musîbetler, eziyet ve işkencelerle karşılaşırlar ki, Allah’a îmanla doygunluğa erişememiş kalpler buna dayanamaz ve tebliğ görevini yerine getiremezler. Bu bakımdan önce kadınlara, mala, mülke, çocuklara, her türlü eşyâya, ekinlere ve kazanca karşı beslenen aşırı sevgi hayâtın amacı olmaktan çıkarılarak, salt Allah rızâsında doyuma ulaşmak, tevhîdin tebliğinde aşılması gereken ilk basamaklardır.

Bu basamakların aşılabilmesi için tevhîd tebliğcisinin kendisini her türlü dünyevî uğraşılardan koparıp, Rabb’iyle karşı karşıya durması ve günün hiç olmazsa belirli zamanlarında mi’râca çıkıp, Rabbi’nin katına yükselmesi gerekir. Bu mi’râcın en yararlı biçimde gerçekleşebileceği zaman da gündüzden çok gecedir. Çünkü gündüz geçim zamanıdır, insanın zihnini her türlü dert ve düşüncelerin kapladığı zamandır. Ama gece, herkesin uykuya vardığı, gündüzün sıkıntılarının batan güneşle birlikte karanlığa gömüldüğü ve zihnin her türlü endîşelerden arındığı zamandır. Allah’ın divânında durmanın en birinci şartı “huşû” dur. Bunu belirli aralıklarla yerine getirilmesi gereken zorunlu bir görev değil, yerine getirilmediği zaman tevhîdi gerçekleştirmenin imkânsız olacağı bir görev olarak kabûl etmektir.

Tam bir huzur, dünyâ sıkıntıları ve endîşelerinden uzak ve huşû içinde Rabb’in divânına durabilenler, özellikle geceleyin uykularını bölebilenler tevhîdin gerçek tebliğcisi olabilirler. Bu nedenledir ki Allah, Hz. Peygamber’in bu eğitimden geçmesini gerekli gördü ve ona gerçekten ağır gelebilecek bir görev yükledi. Gecenin yarısına kadar bir zamanda huzûrunda durmasını emretti. Neden?  Emrin nedenini de yine emredeni açılıyor: “Doğrusu biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız“.1

Bu ağır sözü yerine getirmek gecenin yarısını Allah’la başbaşa geçirmeyi gerektiriyordu. Bu zaman içinde Resûl’den Kur’ân okuması, Rabb’in adını anması ve gönlünü her şeyden uzaklaştırarak, her şeyiyle Rabb’e yönelmesi isteniyordu. Bir eğitimdi Resûl’ün tâbi tutulduğu… Ağır sözün gereklerini yerine getirebilmesi için bâzen ağırlaşan, şartlara göre bâzen de hafifleyen bu eğitim O’nun hayatının bir ânında bile eksik olmamıştır.

Geceler, özellikle oluş ve mayalanış devirlerinde, büyük rûhların hem barınağı her üretme zamanıdır. Büyük rûhun en büyük belirtisi geceleyin ayakta olmaktır. Gören göz fazla uyuyamaz. Ve fazla uyuyanlar görülmesi gerekenleri göremezler. Büyük oluşların rüyâları, geceleri uyanık durmasını bilenlerin dünyâlarına doğar. Ve her büyük rûhun gönlünde bir büyük Yûsuf rüyâsı saklıdır. Benliğimizin derinliklerindeki yaratıcı “nefha“, dölleyeceği tohumları gecenin bağrında döller. Ancak döllenmenin tutması için sonsuzluk yolcusunun kuyudaki Yûsuf gibi uyanık olması gerekir. Sonsuzluk, kaprisli bir bâkire gibi dolanır gece karanlıklarında ve kendisi için sevdâlanmış, durmadan ağlayan uyanık yaşlı gözler arar. Ve bu gözleri bulunca uzanır sâhibinin kucağına…

Bütün konularda olduğu gibi geceyi kutsama konusunda da müslüman düşünür ve sanatkârların dölleyici kaynakları Kur’ân’dır. Kur’ân bizzât kendisinin, insanlık dünyâsına gece inmeye başladığını haber veriyor: “Mubârek bir gecedir o… Bin aydan daha kıymetli olan bir gecedir o..2  

İnsanoğlunun Yaratıcı Kudret’e en fazla yaklaşmasının yolculuğu olan İsrâ ve Mi’râc da bir gece olayıdır: “En seçkin kelimelerle yüceltiriz o kudreti ki, en seçkin kulunu bir gece Mescîd-i Haram’dan, Mescîd-i Aksa’ya yürüttü..3

Kur’ân’da mi’râc olayını en geniş biçimde anlatan sûrenin adı Necm, yâni yıldızdır. Ve bu sûre yıldıza yeminle söze başlar. Bu da geceyi kutsayan bir Kur’ân mûcizesidir.

Kur’ân, gecenin Allah yolcuları bakımından taşıdığı erdirici değere, mûcize üslûbuyla daha pratik açıklamalar da getirmektedir: “Gerçek şu ki, gece faaliyete giren benlik hem uygunluk yönünden daha güçlü, hem de söz ve okuyuş yönünden daha sağlamdır. Çünkü gündüz senin için uzun bir didinme vardır.4 Ve: “Gecenin bir kısmında da uyanıp kendin için olmak üzere o Kur’ân ile bir mikdar ibâdet et. Rabb’in bu sâyede seni en seçkin makāma (Makām-ı Mahmûd) erdirecektir.5

Kur’ân’da gece deyimi yüze yakın yerde geçmektedir. Bunların yirmisi gece ibâdetiyle ilgilidir. Hz. Peygamber(SAV)’in gecenin Yaratıcı Kudret’le irtibat kurmadaki yeri ve değeri ile ilgili hadisleri epeycedir. Bir örnek vereceğiz: “Size gece ibâdet ve faaliyetini öneririm. Çünkü gece sizden önce de büyük benliklerin besleyici sofrasıydı. Gece yakarışı Allah’a yakınlıktır. Gece çirkinliklerden uzaklık, kötülüklere perdedir. Gece uyanık durmak bedende birikebilecek pislikleri atmanın en güzel yoludur. 6

Gündüzler insanı şehâdet âlemine (görülen âleme), geceler ise gayb âlemine bağlar. Üretken bir rûh için gayb âlemine bağlanmanın ifâde edeceği anlamsa, söylemeye gerek yok ki, çok büyüktür. Gece kılınan namaza, Kur’ân’dan alınan bir deyimle teheccüd denmektedir.7 Teheccüd, bir mikdar uyuduktan sonra kalkılıp kılınan namazdır. Bu namazın akşamdan kılınmış yatsı, kaza namazı veyâ sevap için kılınan herhangi bir namaz olması fark yaratmaz.

Hz. Peygamber, teheccüde mutlaka kalkardı. Bu O’nun için bir farzdır. Saatlerce teheccüd namazı kıldığını bilmekteyiz. Ümmeti için bağlayıcı bir nitelik taşımamakla birlikte, bu namaz, yine Peygamber’imizin beyânıyla “Mü’minin şerefidir“. Gerçekten de insan rûhunu Allah’a götürme ve yüceltmede gece namazının yerini alacak başka bir değere rastlamak mümkün değildir. Özellikle genç yaşlarda kılınan gece namazları rûha Rabbânî ilhâm kapılarını açmada kesin ve gecikmesiz bir yoldur.

Bir gönül dostu; “gündüzleri günâhınla karartma, geceleri de uykunla kısaltma” diyor. Bu nedenle çağına ışık olma sevdâsı taşıyanlar ve “Makām-ı Mahmûd“u özleyenler geceyle dost olmanın yollarını aramak/bulmak zorundalar. Çünkü “Hayy” nefesi ancak geceyi soluklayanlara verilir.

Necmettin Şahinler

Yazarın Dağlara İnmek İçin Çıkılır (Beyan Yayınları, 1997) adlı kitabından alınmıştır.

  1. Müzzemmil 73/5: “İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ(sekîlen).↩︎
  2. Duhân 44/1–7; Kadir 97/1–3 ↩︎
  3. İsrâ 17/1: “Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).↩︎
  4. Müzzemmil 73/6–7: “İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ(kîlen). İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ(tavîlen).↩︎
  5. İsrâ 17/79: “Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lek(leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ(mahmûden).↩︎
  6. Tirmizi, Daavat,102 ↩︎
  7. İsrâ 17/79. ↩︎

Paylaş

PAYLAŞ

E-bülten aboneliği