Necmettin Şahinler ile Ahmed Yüksel Özemre Söyleşisi

Öncelikle söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için dergimiz adına teşekkür ederim. Sizin rahmetli Ahmed Yüksel Özemre’ye dair birçok çalışmanız var. Bilhassa bu söyleşimizde “Ahmed Yüksel Özemre ile Son Sohbet” isimli esere dikkat çekmek istiyorum. Onun vefatından hemen önce hastane odalarında ilmî bir sohbet gerçekleştirmesi insanı şaşırtıyor. Böyle bir kitap düşüncesi nasıl doğdu?


Böyle bir fırsata vesile olduğunuz için asıl ben teşekkür ederim. Merhum hocam Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre ile tanışmam 1987 yılına dayanır ve bu süreç içerisinde kendisinin cömertçe sunduğu ilminden, irfanından ve ahlakından son derece istifade ettim ve öğrendiklerimi de kitaplar yoluyla kalıcı kılmaya, O’nu hayatta iken tanıma fırsatı bulamamış olanlara tanıtmaya gayret ettim. O’nun “Kâmil bir insanın mirası yalnızca ilimdir.” sözünü tutmaya çalıştım ve bu kutlu mirasın genç nesillere aktarılması hizmetine dün olduğu gibi bugün de devam etmekteyim. Sözünü ettiğiniz “Son Sohbet” kitabı, adından da anlaşılacağı gibi sağlık sorunları yüzünden 113 gün kaldığı özel bir hastanede fırsat bulduğum zamanlarda kendisiyle yapılmış konuşmaları içermektedir. Aslında hocam Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre, kendisiyle ilgili –çocukluğundan son günlerine kadar– her hatırasını detaylı bir şekilde paylaşmış biridir. Birçok kitabıyla da pozitif ilimlerdeki yetkin birikimini sevenlerine ulaştırmıştır. Ama akademik ve hatıralarla ilgili kitaplarının dışında tercüme ettiği üç kitap var ki; bunlar irfânî düşünce noktasında ağır çalışmalardır ve bunları anlamak/zevk etmek ciddi bir altyapı gerektirir. Bu üç kitaptan ilki; Prof. Toşihiko İzutsu’nun A Comparative Study of The Key Philosophical Concepts in Sufism and Taoism / Ibn ‘Arabî and Lao-Tzû, Chuang Tzû adlı kitabının çevirisidir. Bu eserin 1. cildi İbn Arabî’nin Ontolojisi (Varlık Bilgisi) ve 2. cildi de Lao-Tzû ve Çuang Tzû’nun Felsefî Dünyâ Görüşü’ne tahsis edilmiştir. Prof. Toşihiko İzutsu, bu eserinde İbn Arabî’nin felsefesindeki anahtar-kavramlar ile Lao-Tzû’nun felsefesindeki anahtar-kavramların semantik değerlerini tespit ettikten sonra bu kavramlar arasında birebir bir tekabüliyetin var olduğunu ve her iki sistemin de ortaya koymuş olduğu ontolojinin Varlık Âlemi’nin bir silsile-i merâtibe dayalı katmanlı bir yapı ihtiva ettiğini ortaya çıkarmaktadır. Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin bu çevirisine 1998 yılında yazarlar birliği tarafından çeviri ödülü verilmiştir.


İkinci çeviri kitabı ise “Toma’ya Göre İncil”dir. Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre, 1945 yılında Yüksek Mısır’da keşfedildikten sonra yayınlanması ilim âleminde büyük heyecana sebep olmuş olan bu Kıptîce apokrif İncil’i hem Türkçeye çevirmiş ve hem de içeriğinde yer alan 114 sözü irfanî bir yaklaşımla yorumlamıştır. Neden bu İncil’i çevirdiğini ise şöyle açıklamıştır:


“Bu İncil’in ortaya koyduğu Hz. İsa imajının Kilise’nin resmen kabul ettiği Kanonik İnciller’dekinden çok farklı ve bizim irfanî çevrelerimizde çok tanıdık bir imaj olması beni hayli heyecanlandırmıştır ve bu çeviriyi kendi yorumumla yayınlamak bende şiddetli bir arzu uyandırmıştır.”


Üçüncü kitap ise İtalyanca’dan çeviri olan ve Ahmad Abd al Waliyy Vincenzo’ya ait “Yesrib’de Bahar” isimli kitaptır. Ahmad Abd al Waliyy Vincenzo, 1990 yılında İslâm dinini kabul etmiş, daha sonra İtalya’da “İslâm Dini Cemaati”nin kurucuları arasında yer almış, çalışkan, üreten bir Müslüman ilim/kültür adamıdır. Aslında kitabın orijinal adı “Gökten İnen Kitap”tır ve Ahmad Abd al Waliyy Vincenzo bu kitabı/romanı İtalyan çocuklarına İslâm’ı sevdirmek ve öğretmek için yazmıştır.


Şimdi bu kısa bilgilerden sonra sorunun cevabına gelince; sözü edilen bu eserleri okumanın ve içlerinde geçen kavramları anlamanın zorluğunu bildiğimden, bunların daha iyi bir biçimde anlaşılmasına katkı sağlamak, okuyucuya gözden kaçırdığı noktalara yeniden dönme imkânı vermek ve aynı zamanda bu kitapları henüz okumamış olanlara bir ön bilgi vererek onların okuma heveslerini teşvik etmek için böyle bir sohbetin yararlı olacağını düşündüm ve sonunda böyle bir çalışma ortaya çıkmış oldu.


Eserde, sizin de bahsettiğiniz gibi onun çevirdiği önemli eserleri konu alıyorsunuz. “Son Sohbet” çalışmasının önemine dair neler söylemek istersiniz?


Öncelikle bu kitabın insanımız için Allah’ın genelde varlıklar ve özelde de insan ile olan ontolojik ilişkisini hakikat ve marifet noktasında anlamasına ve irfanî düşüncesine/bakışına yeni değerler kazandırmasına çok katkısı olduğunu/olacağını düşünüyorum. Çünkü bizim geleneğimizde karşılıklı yapılan sohbetlerin önemi büyüktür ve anlaşılması zor gözüken birçok konu bu sohbetler yoluyla kolaylaştırılarak karşı tarafa aktarılır. Ben de bu kitapları hocamın sağlığında –her birini defalarca okumama rağmen– birçok yerini anlamadığım bu sohbetler sırasında çok daha açık gördüm ve hatta bugün bile bu anlama/öğrenme sürecim bu kitaplar üzerinden devam etmektedir. Yalnız şunu da ilave edeyim ki böyle ağır bir konuyu kolaya indirgeyen bu Son Sohbet kitabı bile satış rakamlarına baktığımda beklenen ilgiyi görmediğini söyleyebilirim.


Ahmed Yüksel Özemre, sizinle yaptığı sohbetlerin ardından 25 Haziran 2008 tarihinde vefat ediyor. Ayasofya dergisinin, “İzdüşüm: Ahmed Yüksel Özemre” dosya konulu yeni sayısı da inşallah önümüzdeki haziran ayında raflarda olacak. O, Son Sohbet eserinde insanoğlu için “…biraz dinlenmek için bir ağacın gölgesine sığınan yolcu gibidir.” demişti. Yaklaşık 17 yıl önce ise dünya yolculuğunu tamamladı. Ancak onun ismi ve çalışmaları hatırlanmaya devam ediyor. Kalıcı olmanın sırrı nedir?


Sözünü ettiğiniz “bir ağacın gölgesindeki yolcu” tanımlaması Hz. Peygamber’e ait bir sözdür. Bu hadisin söylenme nedeni ise sürekli kullandığı hurma liflerinden yapılmış hasır yatağının bedeninde izler bırakması üzerine yeni bir yatakla değiştirilmesi üzerine olmuştur. Buna izin vermemiş ve yukarıdaki sözü söyleyerek eski yatağını geri istemiştir. Bu da bize sonsuzluğun ve insana hizmetin ihtişamdan değil tevazu, ıstırap ve kanaatten geçtiğini öğretmektedir. Bunun Kur’ân’daki adı “îsâr” ahlakıdır ve “başkalarının çıkar ve rahatını kendi çıkar ve rahatına tercih etmek” anlamına gelir. Ben bu ahlakın yaşayan izlerine hocamın hayatında sayısızca şahit olmuşumdur. Sorunun son kısmına gelince, ona verilecek en öz cevap şudur:


“Yaşamında Allah’ı unutmayanları ve O’nun iradesini hayata yansıtmaya çalışanları, en vefalı dost olan Allah da unutmaz ve onların isimlerini her zaman diliminde hatırlanır kılar.


Tasavvuf tarihi ile Türk kültür ve medeniyeti açısından Ahmed Yüksel Özemre’nin önemini nasıl değerlendirirsiniz?


Bu, cevabı uzun olan bir soru. Bu konuyu “Kâmil Mürşidlerin Mirası” adlı çalışmamda gayet açık bir şekilde yazmıştım. Yakın dönemde tasavvuf tarihi açısından kendisinin çok önemli bir yeri olduğunu ve manevi seyir disiplinine yeni bir yöntem kattığını söyleyebilirim. Çünkü insanın bu yolculuğunda iki aşama vardır; biri kendi nefsini tanıması ki bu “nefse karşı cihad” olarak verilir; diğeri ise Allah hakkında marifet sahibi olmasıdır. Buna da “cehalete karşı cihad” denir. Biraz daha açarsam Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre, Attar Dükkanı’nda mayalanan irfanî düşüncenin yaşamış son temsilcilerinden biridir. Şu kadarını söyleyeyim ki O, önce nefis tezkiyesi ardından da “Tevhid Mertebeleri”ni buluşturarak çok sağlıklı ve temkinli bir manevi yolculuğun rehberliğini yapmıştır. Şüphesiz ilerleyen zamanlarda eserleri üzerine yapılacak çalışmalar, söylediğim bu gerçekliği teyit edecektir.


Siz, Ahmed Yüksel Özemre ile nasıl tanışmıştınız? Bu tanışıklık sonrası sizin hayatınızda nasıl bir yeri oldu? Hülasa sizin hayatınızı ne derece etkiledi?


Merhum Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre ile tanışmam 1986 yılının Nisan ayında Ukrayna’da meydana gelen Çernobil kazası vesilesi ile oldu. Bu kazanın Karadeniz Bölgesi’nde nasıl bir etki yaptığı konusunda bölge halkı tedirgin olduğundan birçok olumsuz haberler ve yapılan algı operasyonları yüzünden oluşan huzursuzluğu gidermek için kendisini Trabzon’a davet etmiştik. O zaman sivil bir toplum kuruluşunda görevliydim. Derneğimizin salonunda kendisine bir konferans verdirdik ve çok ilgiyle dinlenen bir konuşma olmuştu. O konferansın gecesinde de kendisini evimizde misafir etmiştim. İşte oradan başlayan dostluğumuz 2008 yılı Haziran’ında Hakk’a yürüyeceği zamana kadar devam etti. Bu tanışıklığın beni ilgilendiren yönü, onun sonradan keşfettiğim irfânî derinliği ile bağlantılıdır. Sohbet, nazar ve kitaplarından çok istifade ettim ve bugün eğer bir şeyler karalayabiliyorsam bunu O’nun bu bereketli, cömertli, feyizli çalışmalarına/sözlerine borçluyum. O, benim gözümde Üsküdar’ın “hezarfen” denilebilecek “Son Sırlı” kâmillerinden biridir.


Ahmed Yüksel Özemre, son Osmanlı münevver ve mutasavvıflarının dönemine yetişti. “Üsküdar’da Bir Attar Dükkanı” eseri sayesinde yetiştiği kültür muhitini daha yakından görüyoruz. Onun neşet ettiği ve sonraki nesillere aktardığı gönül iklimini nasıl tarif edebiliriz?


Bunu ancak yazdığı kitapları iyice idrak ederek okumakla anlayabiliriz. Attar Dükkanı o günün koşullarında bir tasavvuf akademisi gibi hizmet etmiş ve içindeki müdavimlerinin hepsi irfânî düşünceye her dalda damgasını vurmuş şahsiyetlerdir. Bu konuda hocamın “Üsküdar’ın Üç Sırlısı” kitabı meraklılarına çok şey öğretecektir. Bu insanların ortak gönül iklimleri; onların şeriata sıkı sıkıya bağlı ehl-i tarîk, Melâmî meşreb ve Ehl-i Beyt-i Resûlullah aşkıyla dolu olmalarıydı. Allah hepsine gani gani rahmet etsin, yollarından ayırmasın ve himmetleri üzerimizde daim olsun.


Ahmed Yüksel Özemre, bir mutasavvıf olmakla beraber ülkemizin ilk atom mühendisidir. Yanı sıra birçok alana olan vukufiyetiyle biliniyor. Millet olarak biz, Ahmed Yüksel Özemre gibi tüm meşgalelerinin hakkını veren ve medeniyetimizin izini takip eden münevverlerimizi nasıl gündemimizin merkezine yerleştirebiliriz?


Hayatını okuyanlar bilir; Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre hocamız, ömrünü çok verimli geçirmiş ve yazdığı akademik ve irfanî kitaplarla ülkemizin insanına sayısız değerler kazandırmıştır. Teorik fizik ve atom mühendisliği dallarında lisans ve yüksek lisans seviyesinde okutulan 12 cilt ders kitabının yanında hatırat, deneme, inceleme, olarak kaleme aldığı 22 eseri vardır. Sadece yetiştirdiği ve profesör olan öğrencilerinin sayısı ise 71’dir. Geceleri çok az uyuyan ve gündüzlerinin çoğunu da “Savm-ı Davud” ile geçiren ender bir ilim/irfan sahibi bir şahsiyettir. Ama ne var ki nasıl bir hikmetse bu tür insanların kıymetleri sağlığında çoğu zaman yeteri kadar bilinmemiş, üstlendikleri manevi sorumluluk iyi anlaşılmamıştır. Kanaatimce onları anlamanın en güvenilir yolu, yazdıkları eserleri okumakla işe başlamak ve örnek hayatlarını çeşitli sosyal faaliyetlerle yeni nesillere tanıtmaktır. Bizim de bu söyleşi ile bu hizmete bir katkımız olmuşsa kendimizi mutlu hissederiz. Verdiğiniz imkân için de ayrıca çok teşekkür ederim. Tüm okuyuculara sevgi, saygı ve muhabbetlerimi iletirim.


Vakit ayırdığınız biz için teşekkür ederiz.

Sorular: Yusuf Emre Şen

Ayasofya Dergisi’nde yayımlanmıştır. (38. Sayı, Haziran-Temmuz 2025)