Ne zaman Turgut Amca’nın1 Karacaahmet Mezarlığı’ndaki kabrini ziyaret etsem, gözüm hep şâhidesindeki stilize hat ile yazılmış “vav” harfine takılır. Hat konusunda estetik zevk dışında başka bir bilgim olmadığından, neden “vav” harfi diye çok düşünmüşümdür. Ama sonraları okuduğumda, bu harfin hattatlar ve hat sanatı ile yakından ilgilenenler için ayrı bir yeri olduğunu öğrenmiştim. Hatta bu ilgi dilimize “vav çekmek” olarak da geçmiş. Bursa Ulu Camii’nin batı duvarında da asılı vav hatları varmış. Ne yazık ki Bursa’da iş için bulunduğum zamanlarda namaz kılmayı ihmâl etmediğim bu caminin duvarına bu anlamda bakmayı hiç akıl etmemişim. Hatta halk arasında Hızır’ın bu vav harfinin önünde namaz kıldığı rivâyeti de yaygındır.
Vav harfi için Hafız Osman2 ile ilgili şöyle de bir hâtıra anlatılır: Hafız Osman fırtınalı bir günde, dolmuş kayıkla Beşiktaş’a geçecektir. Bir kayığa biner. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri ister. Fakat Hafız Osman, o gün aceleyle çıktığı için yanına para almayı unutmuştur. Kayıkçıya, “Efendi, yanımda param yok; ben sana bir vav yazayım, bunu sahaflara götür, karşılığını alırsın.” der. Kayıkçı yüzünü ekşitip söylenerek yazıyı alır. Bir müddet sonra kayıkçının yolu sahaflar tarafına düşer. Bakar ki yazılar, levhalar iyi fiyatlarla satılıyor. Cebindeki yazıyı hatırlar ve götürür satıcıya. Satıcı yazıyı alır almaz, “Hafız Osman’ın vav’ı” diyerek açık artırmaya başlar. Sonuçta iyi bir fiyata “vav”ı satar kayıkçı. Kayıkçı bir haftalık kazancından daha fazlasını bu “vav” ile kazanmıştır. Bir gün Hafız Osman yine karşıya geçecektir ve yine aynı kayıkçıyla karşılaşmıştır. Yol bitmek üzereyken yine ücretler toplanır. Hafız Osman da yol ücretini uzatır kayıkçıya. Kayıkçı, “Efendi para istemez, sen bir vav yazıver yeter” der. Hafız Osman gülümseyerek der ki: “Efendi, o vav her zaman yazılmaz.”
Vav harfi, birleştirici ve bağlayıcı bir harftir. Vahîdiyete işaret ettiği söylenir. İrfânî dilde de dudak harfi olduğundan yani dudağın öne doğru uzatılması ile çıkarıldığından, “zuhûr”un bir simgesi olarak düşünülmüştür. Ne kadar gerçek bilmiyorum ama, Hz. Peygamber’in “Vav ile başlayan şeylerden çekinin.”3 diye bir hâdisi olduğunu söyleyenler de vardır. Bu yüzden “Vâli, Vezir, Velî, Vekîl, Vâris, Vâlide ve Vasî” gibi sorumluluğu çok ağır görevlerden kaçınmak veya bu görevlerde çok dikkatli olmak gerektiği vurgulanır. Vav harfi aynı zamanda bir “yemin” harfidir. Kur’ân’da bu harf ile başlayan birçok sûre vardır. Bir sûre veya âyet başında bulunan “vav” harfi, kendisinden sonra belirtilen gerçeğe ya da gerçeğin kanıtına ağırlık kazandırmak için “Allah’a and olsun” ifadesinde olduğu ölçüde, yemin kadar ağır ve güçlü bir iddia ve isbat manâsı ifade eder. Bunun yanında “vav” harfine yemin dışında “dinle, anla, düşün, değerini bil, şâhid ol” manâlarını veren müfessirler de vardır. Eğer Kur’ân’da bir şey üzerine yemin ediliyorsa, bu, o şeyin bulunduğu dizi içerisinde çok önemli yeri bulunduğu anlamına gelmektedir.
Kur’ân’da “vav” harfi ile üzerine yemin edilen, düşünülmesi, değerinin bilinmesi önemle istenen veya şâhid olunması beklenen şeylerden bazılarını şöyle sıralamak mümkündür.4
1. “Düşün; bu hikmet dolu Kur’ân’ı!” veya “Hikmetle muhâtabını inşâ Kur’ân’a yemin olsun.”5
2. “Düşün; öğüt ve uyarılarla dolu olan bu Kur’ân’ı!”6 veya “Şeref ve itibâr kaynağı olan Kur’ân şahid olsun.”7
3. “Düşün; özünde apaçık olan ve hakîkati bütün açıklığıyla ortaya koyan bu ilahi fermanı!” veya “Özünde açık ve hakîkati açıklayıcı bu kitabın değerini bilin!”8
4. “Düşün; bu yüce ve özlü Kur’ân’ı!” veya “Bu şanlı şerefli Kur’ân’ın değerini bilin!”9
5. “Düşün; rüzgârları, tozları sağa sola savuran ve (koyu bulutların) yükünü taşıyan, yumuşak bir şekilde akıp giden ve (hayatın nimetlerini) Allah’ın buyruğu altında paylaştıran!” veya “İndiği yerden toz kaldırarak (hidayeti gönüllere) saçan, bir o kadar da ağır mı ağır bir (mâna) yükü taşıyan, buna karşın, kolayca aktığı (kalpleri) fetheden ve emr(-i ilâhîyi hayata) paylaştıran (vahiy) şâhid olsun!”10
6. “Düşün; yıldız kümeleri ile dolu gök kubbeyi!”11 veya “Şâhid olsun hareketli ve çok katmanlı yollarla donatılmış (olarak görünen) gök!”12
7. “Düşün; yücelerden inen [Allah’ın mesajının] gözler önüne serdiğini!”13 veya “Vahyin aşama aşama inişi şâhid olsun!”14
8. “Düşün; kalemi15 ve [onunla] yazdıklarını!”16 veya “Kaleme ve (onun) yazdıklarına yemin olsun!”17
9. “Düşün; bu [mesaj]ları, dalga dalga gönderilen ve sonra fırtına gibi şiddetle patlayan! Düşün; bu [mesaj]ları, [hakîkati] dört bir yana yayan!”18 Veya “Şâhid olsun birbiri ardınca gönderilen (bu vahiyler), ardından bir fırtına gibi ortalığı kasıp kavuranlar! Ve (ilâhî mesajı) yaydıkça yayanlar!”
10. “Düşün; bu [yıldız]ları, batmak üzere yükselen!”19 ve [yörüngelerinde] istikrarlı şekilde hareket eden, ve [uzayda] sâkin sâkin yüzen, ve hızlı şekilde [birbirini] izleyen!”20 veya “Şâhid olsun (muhâtabın yüreğine) dalıp (küfrü oradan) şiddetle söküp atan (gazap ayetleri)! Ve (mü’min gönüllere) müjde dolu bir umudu usulca getirip bırakan (rahmet ayetleri)! Ve (umutla hayat denizine) açılıp yüzdükçe yüzen (mü’min)ler. Ve (hayır yolunda) birbiriyle yarışan öncüler!”
11.“Düşün; büyük burçlarla dolu göğü, ve [tahayyül et] vaad edilen Günü, ve O [her şeye] tanıklık eden ile [O’nun tarafından] tanıklık edileni!”21 veya “Burçlarla dolu gökyüzü şâhid olsun; vaad edilen Gün şâhid olsun; her bir tanık ve sanık şâhid olsun (da şu gerçeği ünlesin)!”22
12. “Düşün; gökleri ve gece vakti geleni!”23 Bilir misin nedir gece vakti gelen? O, yıldızdır [inanmadan yaşanan hayatın] karanlığını delip geçen; [zâten] hiçbir insan korunmasız bırakılmamıştır.” veya “Sema ve gece gelen konuk şâhid olsun! Sahi, gecenin konuğu nedir, bilir misin sen? O (inkârcı aklın zifiri karanlığını) delen bir yıldızdır. Zaten hiçbir insan yoktur ki (ilâhî) gözetim ve koruma altında olmasın.”24
13. “Şafağı düşün ve on geceyi!”25 Çok olanı ve Tek26 olanı düşün! Kendi yolunda akıp giden geceyi düşün!27 Düşün bütün bunları; bunlarda, akıl sahipleri için hakîkatin sağlam bir kanıtı yok mudur?” veya “(Karanlığı) yarıp çıkan sabah vakti şâhid olsun! O tarifsiz on gece şâhid olsun! Çifte ve tek şâhid olsun!28 Ne yani! Bunların içinde sahibini koruyan oturaklı bir aklı olanlar için, sağlam bir şâhidlik yok mudur?”29
14. “Güneşi ve onun aydınlık veren parlaklığını düşün, ve güneşi(n ışığını) yansıtan ayı! Dünyayı gün ışığına çıkaran gündüz düşün; ve onu karanlığa boğan geceyi! Gökyüzünü ve onun harika yapısını düşün; ve yeryüzünü, onun (uçsuz bucaksız) genişliğini! İnsan benliğini düşün ve onun nasıl (yaratılış) amacına uygun olarak şekillendirdiğini ve nasıl ahlaki zaaflarla olduğu kadar Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle de donatıldığını!” 30 veya “Güneş ve onun göz alıcı ışığı şâhid olsun; güneşi izleyen31 ay şâhid olsun! Onun ışığını ortaya çıkarıp gösteren gündüz şâhid olsun, yine o ışığı gizleyecek gece şâhid olsun! Gökyüzü ve hayatta tutan (nizam) şâhid olsun, yeryüzü ve onu çepeçevre kuşatan canlı örtü şâhid olsun! İnsan benliği ve onun yaratılış amaçına uygun biçimlenişi şâhid olsun ve nihayet insan benliğine iyiyi ve kötüyü tanıyıp sorumsuz ve sorumlu davranma yeteneğini yerleştiren (şâhid olsun)!”32
15. “Düşün [yeryüzünü] karanlığa boğan geceyi, ve aydınlığı yükselten gündüzü! Erkeğin ve dişinin yaratılışını düşün!”33 veya “Kuşatıp örten gece şâhid olsun! (Gecenin kuşatmasını) yarıp ortaya çıkan gündüz şâhid olsun! Erkek ve dişinin yaratılışı şâhid olsun!”34
16. “Aydınlık sabahı düşün, ve durgun, karanlık geceyi!”35 veya “Sabahın berrak aydınlığını temsil eden kuşluk vakti şâhid olsun, karanlığın dibini bulup sakinleşen gece şâhid olsun!”36
17. “İnciri ve zeytini düşün, ve Sînâ Dağı’nı, ve bu güvenli toprakları!”37 veya “İncir ağacı ve zeytin (diyarı) şâhididir. Ulu Sînâ Dağı şâhiddir. Bu güvenli belde şâhiddir.”38
18. “Ooo!”39 Nefes nefese koşan binek atları,40 ateş saçan kıvılcımlar, sabah vakti akına koşan, böylece toz bulutları yükselten, [körcesine] bir ordunun içine dalan!”41 veya “Allah şâhiddir, (vahye) dinmez bir hıçla saldıranlara, ve (içindeki) öfke ateşiyle etrafı tutuşturanlara, ve sabah(lar)a kadar kıskançlıktan kıvrananlara, sonuçta tozu dumana katarak ortalığı bulandıranlara, nihayet bu düşmanlıkla toplumun ortasına dalanlara.”42
19. “Düşün zamanın akıp gidişini!”³¹⁴43 veya “Asr şahid olsun!”44
Dikkat edilirse yemin “vav”ı ile başlayan sûrelerin genelinde yemin edilenler gözlemlenebilen ve hissedilebilen fiziki ve maddi şeyler, yeminin cevabında gelenler ise metafizik ve manevi durumlardır. Yemin edilen şeyler maddi olandan manevi olana zihni intikal için bir destek noktası hükmündedir. Bununla amaçlanan görünmez varlıkları somutlaştıranların – bir anlamda Kur’an’ın ilk muhâtablarının – soyut düşünme yeteneğini geliştirmektir.45
Kısa da olsa bu çalışmamızda, “vav” harfi ve bu harfle başlayan sûrelerin Türkçe karşılıklarını vermeye çalıştık. İster “bağlaç” anlamında olsun, isterse de “yemin” anlamında; bu harfin hem hat sanatı açısından, hem de irfânî düşünce açısından önemli olduğunu öğrendik. İbn Arabî, “Harfler de diğer varlıklar gibi birer ümmettir. Onların da peygamberleri, onların da izledikleri bir yol vardır. Tıpkı insanlar gibidirler.” der. Anlaşılıyor ki, “Harfleri okumak bir hikâye okumak” değildir. Varlık Allâh’ın kelimeleridir ve zuhûr, Allâh’ın âyetlerinin bir açılımıdır.
Rabbimiz bizi “vav” gibi mütevâzı istiyor. “Kulluğun manâsı vav’da saklıdır.” diyor. Sen de “vav” gibi secdede ol ey insan! Doğrulup kendini “elif” sanma. Ama şunu da aklından çıkarma: “Vav”ın rüyası “elif” olmaktır. “Bir kitabullâh-ı azâmdır serâser46 kâinat / Hangi harfi yoklasan manâsı hep Allah çıkar.”47
Necmettin Şahinler
Yazarın Şehrin Öbür Ucundan Koşarak Gelen Adam (İnsan Yayınları, 2009) adlı kitabından alınmıştır.
*Başlık olarak seçtiğimiz bu ifade Dr. Hakan Türkyılmaz’a aittir.
- Bankacı Turgut Culpan Hazretleri (1910–1990). Geniş bilgi için bkz. Ahmet Yüksel Özemre, Üsküdar’ın Üç Sırlısı, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul 2004. ↩︎
- Kayışzâde lakabıyla ma’rûf büyük hattat. Hafız Osman 1642 yılında İstanbul’da doğmuş olup 1698 yılında yine burada vefat etmiştir. Devrinin yazı üstadı Derviş Ali ve Suyolcuzade Eyyûbî Mustafa Efendi’den ders ve icâzet almıştır. Şeyh Hamdullah’ın yazısına yeni bir şekil verdiği için kendisine ikinci şeyh manâsına gelen “şeyh-i sânî” denilirdi. Pek çok Kur’ân-ı Kerîm yazdığı ve ilk defa sülüs ve nesih hattıyla hilye kompoze ettiği bilinmektedir. İstanbul’da vefat ederek Koca Mustafa Paşa’daki Sümbül Efendi Dergâhı kabristanına defnolmuştur. ↩︎
- Bu hadisin bir başka versiyonu da şöyledir: “Yedi vavdan sakınınız; ihtiyaç olmadığı halde vavların işaret ettiği mesleklere yönelmeyiniz.” ↩︎
- Verilen ayetlerde ilk meâl Muhammed Esed’e, ikinci meâl ise Mustafa İslamoğlu’na aittir. ↩︎
- Yâsîn/2. ↩︎
- Yahut “Yüceliklerle donatılmış olan.” Çünkü zikr terimi aynı zamanda “hatırlanan”, yani “bilinen”, “tanınan” ve mecazî olarak “seçkinlik/yücelik sahibi” anlamlarına gelir. ↩︎
- Sâd/1. ↩︎
- Zuhruf/2. ↩︎
- Kâf/1. ↩︎
- Zâriyât/1-4. ↩︎
- “Bu muazzam evrenin yaratıcısını ve O’na karşı sorumluluğunu düşün!” ↩︎
- Zâriyât/7. ↩︎
- Necm/1. ↩︎
- “Ya da ‘Göründüğü zaman yıldız şahid olsun!’ Yahut: ‘Battığı zaman yıldız düşün!’” Bazı sebeplerden dolayı müfessirlerin büyük tarafından tercih edilen bir çeviri şekli. Ancak müfessirlerin hemen hemen tümüne göre, necm terimi “göründü”, “başladı”, “ortaya çıktı”, “meydana geldi” anlamlarına sahip olan neceme fiilinden türetilmiştir. Aynı zamanda tedricen, adeta parça parça meydana gelen yahut ortaya çıkan bir şeyin “Gözler önüne serilmesi”ni/ “Gözler önüne serdikleri”ni gösterir. Bu nedenle, necm terimi başından beri Kur’an’ın tedricen vahyedilen parçalarının (nucûm) her biri ve böylece tedrici vahiy süreci yahut onun “gözler önüne serilmesi” için kullanılmıştır.r. ↩︎
- “Kalem”, burada yazma sanatının veya, daha spesifik olarak, yazı yoluyla kaydedilen bütün bilgilerin sembolü olarak kullanılmıştır. İnsanın düşüncelerini, tecrübelerini ve kavrayışlarını, yazılı kayıtlar aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa ve bir kültür çevresinden diğerine aktarması yeteneği, insan bilgisinin toplamına bir birikim karakteri kazandırır; ve Allah vergisi yetenek sayesinde her birey, insanlığın kesintisiz bilgi birikiminden şu veya bu yolla yararlandığından, burada, tek tek bireylerin kendi başlarına bilmedikleri -ve aslında bilemeyecekleri- şeylerin “Allah tarafından insana öğretildiği” kaydedilmiştir. ↩︎
- Kalem/1. ↩︎
- Kalem, söz ile yazı arasındaki elçidir. Tıpkı hatip ile muhatap arasında hitabı taşıyan elçi/peygamber gibi, kalem de kelâmın elçisidir. ↩︎
- Mürselât/1-3. ↩︎
- En açık ve basit yorum, Katâde (Taberî ve Beğâvî’den naklen) ve Hasan Basrî (Beğâvî ve Râzî’den naklen) tarafından getirilmiştir. Onlar, bu pasajda kastedilen şeyin, “yıldızlar – güneş ve ay da dâhil – ve onların uzaydaki hareketleri” olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu yorum, söz konusu semai varlıkların çok çeşitli yörüngeleri ve farklı hızlarıyla büyük uyum içinde bulunmalarını, Allah’ın planının ve yaratıcılığının bir kanıtı olarak vurgulayan Kur’ânın birçok pasajı ile de uyuşmaktadır. Bu yoruma göre, ilk ayette geçen En-nâziât isim-fiili, yıldızların günlük “yükselişleri”ni ve doğuşlarını gösterir. Onların daha sonraki batışları ise, ğarkan ifadesi ile gösterilmiştir ki bu ifade, “batma” (yani gözden kaybolma) ve mecazi olarak, bu günlük olayın bir bütünlük teşkil etmesi kavramlarını içerir (Zemahşerî) ↩︎
- Nâzi’ât/1-4. ↩︎
- Allah, evreni yaratmakla, denilebilir ki, Kendi kudretine ve eşsiz-ortaksız oluşuna “tanıklık yapar”. ↩︎
- Burûc/1-3. ↩︎
- Bazı müfessirler, târik (gece vakti gelen) olarak tanımlanan şeyin sabah yıldızı olduğunu; çünkü onun gecenin bitimine doğru göründüğünü ileri sürerler; diğerleri ise – Zemahşerî ve Râgıb gibi – genel manâda onu “yıldız” cinsi olarak anlarlar. Şimdi bu ismin kökünü analiz edersek, “(bir şeye) vurdu” veya “bir şeyi döğdü” anlamındaki taraka fiilinden türetildiğini görürüz; bu nedenle taraka’l-bâb, kapıyı çaldı anlamına gelir. Mecazî olarak da, “gece vakti gelen herhangi bir şeyi” [veya “herhangi bir kimse”]yi gösterir; çünkü bir evde gece gelen kişinin kapıyı çalması beklenir (Tâcü’l-Arûs). Kur’an’ın ifade tarzında tarîk, felâketin ve sıkıntının derin karanlığında bunalmış bir insana zaman zaman gelen semâvî bir teselli ve rahatlamayı veya belirsizliğin karanlığını gideren ani, sezgisel bir aydınlanmayı; yahut da âdetâ insanın kalp kapılarını çalan ve böylece hem teselli ve rahatlatma, hem de aydınlanma fonksiyonlarını gören ilâhî vahyi ifade eden bir mecazdır. ↩︎
- Târık/1-4. ↩︎
- “Şafak” (fecr) insanın rûhî uyanışını sembolize eder; bu nedenle, “on gece” hicretten önceki 13. yılda Muhammed (sav)’in ilk vahyini aldığı ve insanlığın ruhî uyanışına katkıda bulunmakla görevlendirildiği Ramazan ayının son üçte birlik kısmına işaret eder. ↩︎
- “Çift sayı” kavramı, aynı türden birden fazla unsurun varlığına işaret eder. Başka bir deyişle, karşıt veya karşıtlar olan ve bu nedenle başka şeylerle belli bir ilişki içinde bulunan her şeyi. Buna karşılık vetr terimi – veya daha yaygın olan Necdî telâffuzuna göre vitr – tek veya “bir” olan şeyi kapsar ve bu nedenle Allah’a verilen adlardan biri olarak kabul edilir. Çünkü Hiçbir şey O’na denk tutulamaz. (İhlâs/4) ve Hiçbir şey O’na benzemez. (Şûrâ/11). ↩︎
- İnsanın Allah’ın bilincine varması ile birlikte “kendi yolunda akıp gitmeye” – yani, uzaklaşıp ortadan kalkmaya – mahkûm olan rûhsal karanlığın teşkil ettiği geceye imâ. ↩︎
- Yani: Yaratılan ve Yaratan. “Çift” mahlûkatın çift kutuplu tabiatını ifade etse gerektir.. ↩︎
- Fecr/1-5. ↩︎
- Lafzen, “ve [düşün], ona hayâsızca işlerini (fucurâhâ) ve Allah’a karşı sorumluluk bilincini (takvâhâ) aşılayanı” – yani, insanın hem üstün rûhî mertebelere yükselme, hem de açık ahlaki zaaflar gösterebilme özelliğine aynı ölçüde sahip olduğu gerçeği insan tabiatının temel bir karakteristiğidir. En deruni anlamıyla, insanın kötü/yanlış davranabilme özelliği, onun doğru davranma yeteneğinin bir eşidir. Başka bir deyişle her doğru seçime bir değer kazandıran ve böylece insanı ahlaki olarak serbest irade sahibi kılan şey, temelde mevcut bulunan bu eğilim kutupluluğudur. ↩︎
- Tuluv, güneşin ve ayın hareketli olduğunu, ayın güneşi bir yörüngede takip ettiğini ifade eder. “Okumak” manasındaki tilavet ile kökdeş olduğu düşünüldüğünde, ayın güneşin ışığını yansıtması “ayın güneşi okuması” olarak yorumlanabilir. ↩︎
- Şems/1-8. ↩︎
- Lafzen “Erkeği ve dişiyi yaratmış olanı [veya ‘yaratan’ı] düşün!”, yani erkek ile dişi arasındaki farklılığı oluşturan unsurları. Bu, gece ve gündüz, aydınlık ve karanlık sembolizmi ile birlikte bütün tabiatta mevcut olan kutupluluğa ve dolayısıyla insanın hedeflerini ve saiklerini karakterize eden çift kutupluluğa da bir işarettir. ↩︎
- Leyl/1-3. ↩︎
- “Aydınlık sabah” ifadesi, bariz bir şekilde, insan hayatında az sayıdaki ve geniş aralıklı mutluluk dönemlerini sembolize etmektedir. Buna karşılık, “durgun ve karanlık gece”, yani kural olarak insanın bu dünyadaki varoluşunu kuşatan üzüntü ve sıkıntı dönemleri, daha uzun bir zaman kesitini kapsamaktadır. Başka bir anlamı ise şudur: Nasıl ki sabah geceyi izliyorsa, aynı kesinlikte Allah’ın rahmeti ve şefkati de, hem bu dünyadaki hem de öteki dünyadaki her türlü sıkıntıyı giderecektir – çünkü Allah “Rahmeti ve şefkati Kendine ilke edinmiştir.” (En’âm/12). ↩︎
- Duhâ/1-2. ↩︎
- “İncir” ve “zeytin”, bu anlam akışı içinde, bu ağaçların çokça bulunduğu toprakları, yani Akdeniz’in doğusuna sınır olan ülkeleri, özellikle Filistin ve Suriye’yi sembolize etmektedir. Kur’an’da zikredilen Hz. İbrahim soyundan peygamberlerin çoğu bu topraklarda yaşayıp bu topraklarda tebliğde bulunduklarından, bu iki ağaç cinsi, on İbrani Peygamber Hz. İsa’da doruğa erişen Allah’tan vahiy alan bu insanlar zincirinin dile getirdiği dini öğretilerin sembolü olarak kabul edilebilirler. Öte yandan “Sînâ Dağı” ise Hz. Musa’nın peygamberliğini özellikle vurgulamaktadır. Çünkü Hz. Muhammed (sav)’den önce ve onun nübüvveti ne kadar geçerli olan – ve esasları itibariyle Hz. İsa’yı da bağlamış bulunan – dini kurallar, Sina çölündeki bir dağda kendisine vahyedilmişti. Son olarak “Bu güvenli topraklar” ifadesi, kesin olarak (Bakara/126’dan açıkça anlaşılacağı gibi) Son Peygamber Muhammed (sav)’in doğduğu ve ilahî çağrıyı aldığı Mekke’yi gösterir. Böylece 1-3. ayetler, Hz. Musa, Hz. İsa ve Muhammed (sav)’in şahıslarında temsil edilen tevhid dininin üç tarihi safhasında geçerli öğretilerin – sahih öğretilerin – gerisindeki temel ahlaki aynılığa dikkatimizi çekmektedir. ↩︎
- Tîn/1-3. ↩︎
- Sonra gelen cümlecikler, temsili (imgesel) bir duruma işaret ettiklerinden ve yemin edatı, genellikle yaptığım gibi “Düşün” olarak yahut öteki birçok çeviride yapıldığı gibi “And olsun” şeklinde değil de “Ooo!” şeklinde çevrilmiştir. (“Ooo!” ünlemi, burada hayret ve şaşkınlık belirten bir ifade olarak kullanılmıştır.) ↩︎
- Âdiyât terimi, Araplar tarafından çok eski zamanlardan Orta çağlara kadar kullanılan savaş atlarını veya binek atlarını gösterir (terimin müennes halde kullanılması, kural olarak, dişilerin damızlık atlara tercih edilmesindendir). Geleneksel açıklamalar, “binek atları”nın burada mü’minlerin Allah yolunda savaşmalarını (cihad) sembolize ettiği ve bu nedenle son derece övgüye değer bir şeyi temsil ettiği varsayımına dayanmaktadır. Oysa bu açıklama, böyle olumlu bir temsil ile 6. ayet ve devamında ifade edilen kinama arasındaki tenakuzu dikkate almamakta; ayrıca bu şekildeki klasik açıklama, sûrenin iki bölümünü arasındaki mantıkî bir bağlantı kuramamaktadır. Ama böyle bir bağlantının varlığı gerekli olduğundan ve 6-11. âyetler tartışmasız bir şekilde kınayıcı bir nitelik taşıdığından, ilk beş âyetin de aynı -veya, en azından benzer- bir karaktere sâhip olduğu sonucuna varırız. “Binek atları” temsîlinin burada olumlu bir anlamda kullanıldığı önyargısından kendimizi kurtardığımızda, bu karakter hemen açıkça anlaşılır. Burada tersi geçerlidir. “Binek atları”, şüpheye mahal bırakmayacak şekilde, yoldan çıkmış insân rûhunu veya kişiliğini sembolize eder- bütün rûhî yönelişlerden yoksun, her türlü bâtıl ile şartlanmış ve yönlendirilmiş bencil arzuların, çılgınca ihtirasların kölesi olmuş, akıl ve bilincin kontrolünden çıkmış, şaşkın toz bulutlarının ve sapık iştahların körleştirdiği, karmaşık/çözümsüz durumlara kendini sokan ve böylece manevî yok oluşunu hazırlayan insân rûhunu. ↩︎
- Yani, çılgınca akın eden atlarla sembolize edilen ihtiras ve iştahlarına ne zaman teslim olursa Allah’ı ve O’na karşı sorumluluğunu unutur. ↩︎
- Âdiyât/1-5. ↩︎
- “Asr” terimi, ölçülebilir, birbirini izleyen devrelerden oluşan “zaman”ı gösterir (dehr ise, başı ve sonu olmayan, “sınırsız zaman”ı, yani “mutlak zaman”ı anlatır). Bu nedenle “asr”, zamanın akıp gidişini, yeniden, bir daha yakalanamayacak olan zaman kavramını içerir. ↩︎
- Asr/1. ↩︎
- Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli Meal-Tefsir, II, 1268, Not: 1. ↩︎
- Baştan başa. ↩︎
- Recâizâde M. Ekrem. ↩︎